Azmin, kararlılığın, adanmışlığın ve başarının anlatıldığı gerçek bir hikaye. Böylesi insanlara hayranlık duyuyor ve kendi eksikliğimin derinliğini birkez daha anlıyorum.
Bir kütüphane görevlisi düşünün kitap okumaya gelen kimse olmayınca kitabı okuruna eşek sırtında köy köy dolaşarak taşıyor. Çünkü insana hizmet etmeyenin insan nazarında değeri
–Evet... Ama ben aynı zamanda – bilmiyorum sana söyleyen oldu mu – ben senin vaftiz babanım.
–Evet, biliyordum.
–Eh... annenle baban beni senin velin tayin etmişti. Onlara bir şey olursa... Tabii anlarım, yani, teyzen ve eniştenle kalmak istersen. Ama... hani... düşün bakalım. Bir kez adım temize çıkınca... eğer sen... farklı bir ev istersen...
–Ne – seninle oturmak mı? Dursley'lerden ayrılmak mı?
–Elbette, istemeyeceğini tahmin etmiştim. Anlıyorum. Ben sadece düşünmüştüm ki –
–Sen deli misin? Elbette Dursley'lerden ayrılmak istiyorum! Evin var mı? Ne zaman taşınabilirim?
–İstiyor musun? Ciddi misin?
–Evet, ciddiyim.
Sirius'un kuru yüzü, Harry'nin onda gördüğü ilk gerçek gülümsemeyle aydınlandı. Bu tebessüm, şaşırtıcı bir değişikliğe yol açtı. Sanki o bir deri bir kemik maskenin arkasından, on yıl daha genç biri bakıyormuş gibi. Bir an için, Harry'nin annesiyle babasının düğünündeki gülen adama benzemişti.
Tehlikeli oyunlar..
Oğuz Atay'ı anlamakta zorlanıyorum. Okudum mu; evet.. o kadar durdum ki okurken, bazı yerlerde aynı sayfada yarım bırakıp tekrar tekrar okuduğum yerleri vardı. Kitapları çizmeyi sevmem. Emanet ediyorum, çünkü onları değiş tokuş. Üzgünüm ama kitabı vereceklerim için:) çok çizdim. Güldüm baya.Bu kadar güleceğimi
Müthiş güzel fantastik hikayeleri barındırmakla beraber bence en vurucu olan başlangıç hikayesi olan Yeşil Bambu ve son hikaye Romantizmin Feneri 'ydi. Yazar sanki aralarda boşlamış, sonrasında mükemmel ile noktalamış gibiydi. Aralarda sıkılıp bırakma hissi verse de fantastik öykülere ayrı bir ilgim olduğundan sonuna kadar okumayı başardım. İyi ki de başardım. Son hikayede kaç farklı paralel Rapunzel hikayesi olabilirdi diye düşünmeden edemiyor insan. Sonunun klasik olana benzer bir şekilde bağlanmayacağını düşündüm açıkçası ve bir çırpıda okudum. Ama masalın sonunun aynı kalıplarla kapatılması hayal kırıklığı oldu biraz. Ama yine de okunmaya değer hikayeydi. Yazarın genel pesimist tavrı nerdeyse hiç yoktu. Özellikle Osamu Dazai'ye İnsanlığımı Yitirirken ile başlayan benim için oldukça ferahlatıcı bile oldu.
Aynı gemideydik. Birine ne kadar çok değer verirsen güverte o kadar büyük olur. Ne kadar büyük olursa gemi, o kadar geç fark edersin sızıntıyı. Su bir gün ayaklarınıza dolaşır ama artık gemiyi kurtarmak için geç kalmışsınızdır. Gemi batar. Her şeyle birlikte. Bazen boğulmazsın ama akıntıyla sürüklenirsin. Farklı kıyılara vurursunuz.
Ama o gemi batar. En kötüsü bu sanırım. Ölümden bile daha kötü olan şey, bir daha asla o gemiye binemeyeceğinizi bilmek. Batan gemiden kurtardığın birkaç tahta parçasına tutunur biriniz, diğeri artık orda bile değilken. Tekrar tekrar suyun içine dalıp daha fazlasını kurtarmaya çalışırsın. Yeniden inşa edebilirim diye düşünürsün. Belki de gemiyi kaybetti diye düşünürsün.
Gemiyi ona götürmeyi bile düşünürsün.
Geminin gittiğini, onun gittiğini, bittiğini artık düşünemezsin. Sonra denizi seversin, gemi artık onun içindedir. Sonra deniz olur en yakın olur en yakın arkadaşın. Gemi battı değil, gemi denize karıştı sanırsın.
"Bazen," diyordu kendi kendine, "hâlâ insan olduğum dönemde, o özgür ve güçlü insan diğerlerine yerine getire cekleri talimatları verdiğinde, göğü bulutların kapladığını, denizin titreşip gürüldediğini, gökyüzünün bir köşesinde doğan fırtınanın devasa bir kartal gibi ufkun iki yanını döv düğünü gördüğümde, gemimin güçsüz bir sığınak
"İnsan hayatını işler değil sözler yönlendirir. Bir şey yapma ya da yapmama imkânından ziyade farklı meseleler üzerine aralarında belirledikleri kelimelerle konuşmayı severler. Çeşitli şeyler, varlıklar ve nesneler, hatta toprak, insan ve atlar için kullandıkları ve pek mühim saydıkları kelime 'benim' kelimesidir. Aynı şey için aralarında kimin 'benim' diyeceğini kararlaştırırlar. Ve üzerinde anlaştıkları bu oyunda, en çok şey için 'benim' diyebilen en mutluları sayılır. Neden böyledir bilmiyorum ama böyledir.”
Çağdaş Türk öykücüğü deyince gözüm kapalı sığınacağım bir yazar Kerem Işık . Benim için büyük dokunulmazlığı var öykülerinin her biri çok anlamlı dönüp dönüp okuyacağım kendimi bulduğum eşsiz bir arkadaş.. çok uzun zamandır bu kitabın üzerinde çalıştığını biliyordum ve heyecanla bekliyordum. Hiç hayal kırıklığına uğratmadı. Kitap genelinde iki bölüme ayrılmış sınırın ötesinde ve sınırın gerisinde her biri birbirine bağlı öykülerden oluşuyor.. Birinci kısım Ergöne köyünde başlıyor ve bağlı öykülerle devam ediyor işte buraya kalbimi bıraktım. Fantastik evrenin güzelliği dilin naifliği ile beraber karakterlerin ve duyguların gerçekliği tam bir
Kerem Işık kalemi.. kitabı isimsiz olarak okusam bunu Kerem bey yazmış derdim. Tokat gibi öyküler muhteşem bir hayal gücü okurken sanki farklı bir evrendesiniz fakat bir o kadar da gerçeğin içindeymişsiniz gibi hissettiriyor. Civan karakteri üzerinden dedesinin babasının ailesinin ve köy halkının hikayesi. Sınırın gerisinde öyküleri ise fantastik evrenden ziyade gerçek dünyayada yürüyorsunuz ve öyküdeki karakterler sizin etrafınızdaki insanlar gibi hissettiriyor. Vicdan ve akıl muhakemesi yapmaktan kendimi alamadım kısacık ama düşündürücü öyküler. Çok çok lezzetliydi bir sonraki kitabı heyecanla bekliyorum emeğine sağlık Kerem Işık iyi ki sizinle aynı dönemden geçtim.
SınırKerem Işık · Yapı Kredi Yayınları · 202411 okunma
Darallar geldi okurken evet baştan direk giydiricem kitaba kadın gayet hoş konuyu alıp destan gibi 600 sayfaya gereksiz uzatmış . Yetmemiş daha ne kadar can sıkabilirim diye düşünüp farklı şekilde saçma sevimsiz iki salak karakter yaratmış . İncelemenin içinde anlatıcam ne derece gerzekçe şeyler olduğundan .
Marcos Valente 33 yaşında (gerçi beyin
Bu medeniyetin malumdur ki temelinde güldür güldür İslam var. İslam'ı çekince, İslam'ı bilmeyince, İslam'a atıfta bulunmayınca tamamen seküler bir planda Türk tarihini tahlil yetersiz kalıyor. İslam Medeniyeti'nin derunî akışıyla tam bir bağ kurulamıyor. "Ulusal Sinema" adıyla bir kuram geliştirmeye çalışıyor Halit, bir yaklaşım... Aynı eksiklik onda da var, seküler bir tahlil yapılıyor. Kemal Tahir, sanatın geleneksiz yapılamayacağı fikrini bize aşılıyor; çok haklı. Fakat gelenekle irtibatı kifayetsiz... Tarihimizin ve kültürümüzün sadece bazı boyutları ele alınıyor; medeniyetin aslî şekillendiricisi İslam'a yer verilmiyor. Osmanlı Medeniyeti'nin Batı Medeniyeti'nden çok farklı bir yanı olduğunu fark ediyor Kemal Tahir, ama bu farklılıkta İslam'ın rolünü yeterince vurgulamıyor. Medeniyete dünyevi bir gözle bakıyorlar; dini ıskalıyorlar.
Öncelikle bu kitap kesinlikle sizi bilgi seline uğratacak bir kitap. Fakat bu kitap bilgiyi size direkt vermiyor, sizi bilgiyi arayıp bulmaya teşvik ediyor. Her sayfada bu dünyadan geçmiş, küçük ya da büyük bir iz bırakmış bir kadının yaşamından kısacık bir kesit okuyorsunuz. Eğer Güney Amerika siyasi tarihine çok hakim değilseniz okuduğunuz
Gurur ve gösteriş farklı şeyler, ama sık sık aynı anlamda kullanılıyorlar. İnsan gösteriş düşkünü olmadan gururlu olabilir. Gurur daha çok kendimizle ilgili görüşümüze bağlıdır, gösteriş ise bizim hakkımızda başkalarına ne düşündürtmek istediğimize.
Kapağı kapatır kapatmaz “Tek bir ömrüm var, başkaları tarafından onaylanmak için mi yaşamalıyım gerçekten?” sorusuyla başbaşa kalıyorsun. Zaten “Merkezde sadece sen olmalısın” mesajını hikayeyle veriyor kitap…
Sürekli öğrenmenin, gündemi kaçırmamanın, eylem halinde olmanın bizi verimli, dolu, donanımlı bir insan yaptığını öğrettiler. Durup bir
UMAMİ TADINDA BİR ROMAN: HEDER AĞACI
Hayatın telaşlı koşuşturması içindeyken, bir an âşık olduğunuz kişi aklınıza gelse ve her şey değişiverse, yüreğinizde kanat çırpan kuşların rüzgârıyla yavaş yavaş gökyüzüne çıksanız, bir bulutun üzerinde bağdaş kurup otursanız, aşağıda ne görürdünüz? Yeryüzünün acıklı hâlini mi, yoksa hayatın güzelliklerini
John amcanın ekonomik tetikçilik adına 5. Kitabını da bitirdim. Sindirerek altını çize çize bir ders kitabı mahiyetinde okumamı tamamladım. Bazen kurumları eleştirirken bazen övmekte bazı noktalardaki çelişkili söylemler anlam karmaşası yarattı bende.
Ayrıca kitap çok fazla amerika odaklı. 200-300 tane farklı amerika kamu kurumu kısaltması ile kafanız çorba olabilir. 5. Kitapta istanbul bölümü var bi 7-8 sayfa . Keşke daha uzun olsa. Bu bölüm Türkiye’nin kaliteli bi diplomatı olan Uluç Özülker ile sohbeti geçmekte. Neyse velhasıl kelam ilk kitabı çok vurucu ve etkiliydi. Sonraki kitaplarda aynı şeyleri tekrar etmesi samimi değil. Anlatacak farklı şeylerin yoksa niye 5 tane serilik kitap yazarsın ki. Saçma yani. Benim açımdan okuduklarımı perçinlemek oldu ama tabi ki aklımda çok şey kalmıyor. Bir Ekonomik tetikçinin itirafları 1-2-3-4-5 serisinden sadece 1 veya 5. Kitabı okumanız yeterli. Ekonomist değilseniz 5 ini de okumanız zaman kaybı olur. Selametle