Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
ÜNAL YALTIRIK Diyarbakır'da İlkokul 8 yaşında herhalde Diyarbakır'a geliyorsunuz, 1940-41 arası... Kabaca 8-12 yaş arasında Diyarbakır'dasınız diyebilir miyiz? Evet. İlkokula orada başladığım için o hesaba geliyor. 8 yaşında ilkokula Diyarbakır'da başladım. Diyarbakır'daki evinizi hatırlıyor musunuz? Nasıl bir evdi?
İstiklal'i hıncahınç doldurmuş insanlara bakıyorum, içim sıkılıyor. Sağdan, soldan, dükkanlardan, sinemalardan, her yerden taşıyorlar. Cadde boyunca, ellerinde paketler üstüme üstüme geliyorlar. Bu yığına mı ait olmak istiyorum, diye düşünüyorum. Yalnızlığı sevmiyorsam, evet, bu yığına ait olmalıyım. Gidip içlerinden birine merhaba falan demeliyim. Yapamam ki... Kendimle bile konuşamıyorum, delirmek büyük bir lüks. Mesela her sabah, kahvaltıda, çaydanlıktaki yansımamı izliyorum: Suretimin kafası, gövdesine göre üç kat daha büyük; sürekli sağa sola dalgalanıp duruyor. Sevimsiz bir tip. Günaydın bile demiyor ama çaya kaç şeker attığımı biliyor. O benden sıkılıyor, ben de ondan. Ne diyebilirim; ben ile kendim arasında derin bir sessizlik var. Birlikte, bir çeşit ağırlaştırılmış yalnızlık yaşıyoruz. Aramızdaki gerilim, sadece kötü havalarda ve geç saatlerde biraz hafifleyip çekilir hale geliyor. Sırf bu nedenle, mümkün olduğunca uyumuyorum. Yani yalnızlık denen nane, öyle şarkılarda anlatıldığı gibi insanın üstüne gece vakti çökmüyor. Tam tersine gece vakti seyreliyor yalnızlık, hazmı kolaylaşıyor. Zor olan, güneşin parladığı öğle vakitleri, öğleden sonraları, pazar sabahları, cıvıl cıvıl piknik yapılan ikindiler... Geceler güzel.
Sayfa 28 - YKYKitabı okudu
Reklam
soldan soldan geliyorlar bana
Eski gelenek ve inançların bir yönü de, kadınların doğurganlıklarının onları potansiyel olarak tehlikeli kıldığı düşüncesidir. Avrupa'da erkekler, eskiden, kadının ayı sayılan Mayıs'ta evlenmezlermiş çünkü tüm iktidarın kadına geçeceğinden korkarlarmış. Alman köylüleri, gebe kadınları ahıra sokmazlarmış. Adet gören kadınların şarap sirkeye çevrilir inancıyla şarap fıçısına yaklaştırılmamaları çok yaygın bir uygulamadır. Adet kanının zararlı olduğu, doğumla ilgili her şeyin büyülü ve korkutucu olduğu inancının kökleri çok eskilere dayanır. Bir gizem ve korku ağıyla sarılı doğum olayının iç yüzünü bilen ebeler de özel güçlere sahip olarak görülürlerdi, ve köylüler kentlere göz ettiklerinde bu inanışları da beraberlerinde götürürlerdi. Fransız kentlerinde 15. yüzyıldan, İngiliz kentlerinde ise 16. yüzyıldan itibaren ebelerden kuşkulanılmaya başlandı. Ebelerden, büyü yapmayacaklarına ilişkin yemin etmeleri isteniyordu. İngiltere'de ebeler "batıl inanca dayalı faaliyetlerde bulundukları" gerekçesiyle suçlanıp mahkum ediliyorlardı.
Neyse... Yavuz, Şair Hikmet'i sürgün etmiş, göndermiş. Bir müddet sonra da özlemiş. "Hikmet nerede?" "Sürgün ettik, sultanım!" "Alın gelin şairi, özledim." Şairin sürgün edildiği yere varıyorlar, bulamıyorlar onu. Şair yok, kirişi kırmış, kaçmış. Şair de biliyor... "Hünkâr nasıl olsa yarın bir sebepten
“İstiklal’i hıncahınç doldurmuş insanlara bakıyorum, içim sıkılıyor. Sağdan, soldan, dükkanlardan, sinemalardan, her yerden taşıyorlar. Cadde boyunca, ellerinde paketlerle üstüme üstüme geliyorlar. Bu yığına mı ait olmalıyım, diye düşünüyorum. Yalnızlığı sevmiyorsam, evet, bu yığına ait olmalıyım. Gidip içlerinden birine merhaba falan demeliyim. Yapamam ki… Kendimle bile konuşamıyorum, delirmek büyük bir lüks.”
Reklam
İstiklal'i hıncahınç doldurmuş insanlara bakıyorum, içim sıkılıyor. Sağdan, soldan, dükkanlardan, sinemalardan, her yerden taşıyorlar. Cadde boyunca, ellerinde paketlerle üstüme üstüme geliyorlar. Bu yığına mı ait olmak istiyorum, diye düşünüyorum. Yalnızlığı sevmiyorsam, evet, bu yığına ait olmalıyım. Gidip içlerinden birine merhaba falan demeliyim. Yapamam ki... Kendimle bile konuşamıyorum, delirmek büyük bir lüks.
Şair Hikmet
Yavuz Sultan Selim, Şair Hikmet'i sürgün etmiş, göndermiş. Bir müddet sonra da özlemiş. "Hikmet nerede?" "Sürgün ettik, sultanım!" "Alın gelin şairi, özledim." Şairin sürgün edildiği yere varıyorlar, bulamıyorlar onu. Şair yok, kirişi kırmış, kaçmış. Şair de biliyor... "Hünkâr nasıl olsa yarın bir
Merhaba
İstiklal’i hıncahınç doldurmuş insanlara bakıyorum, içim sıkılıyor. Sağdan, soldan, dükkânlardan, sinemalardan, her yerden taşıyorlar. Cadde boyunca, ellerinde paketlerle üstüme üstüme geliyorlar. Bu yığına mı ait olmak istiyorum, diye düşünüyorum. Yalnızlığı sevmiyorsam, evet, bu yığına ait olmalıyım. Gidip içlerinden birine merhaba falan demeliyim. Yapamam ki... Kendimle bile konuşamıyorum, delirmek büyük bir lüks.
Bu sırada etrafımız fotoğraf meraklıları ile sarılmış... Sağdan soldan çat, çutlar... Öyle ya Hinduların süngüsü altında vapura götürülen bu perişan kılıklı harp esirleri, her yerde bulunmayan kişiler. Bunlar Medine'den geliyorlar... Hani şu çölü birbirine katan Lavrens'ın bile baş edemediği Fahreddin Paşa askerleri... Başkalarına benzemezler. Durma çek... Bir kaçırırsan bir daha bulamazsın...
Reklam
İstiklal’i hıncahınç doldurmuş insanlara bakıyorum, içim sıkılıyor. Sağdan, soldan, dükkânlardan, sinemalardan, her yerden taşıyorlar. Cadde boyunca, ellerinde paketlerle üstüme üstüme geliyorlar. Bu yığına mı ait olmak istiyorum, diye düşünüyorum. Yalnızlığı sevmiyorsam, evet bu yığına ait olmalıyım. Gidip içlerinden birine merhaba falan demeliyim. Yapamam ki… Kendimle bile konuşamıyorum, delirmek büyük bir lüks. Mesela her sabah, kahvaltıda, çaydanlıktaki yansımamı izliyorum: Suretimin kafası, gövdesine göre üç kat daha büyük; sürekli sağa sola dalgalanıp duruyor. Sevimsiz bir tip. Günaydın bile demiyor ama çaya kaç şeker attığımı biliyor. O benden sıkılıyor, ben de ondan. Ne diyebilirim; ben ile kendim arasında derin bir sessizlik var. Birlikte, bir çeşit ağırlaştırılmış yalnızlık yaşıyoruz. Aramızda ki gerilim, sadece kötü havalarda ve geç saatlerde biraz hafifleyip çekilir hale geliyor. Sırf bu nedenle, mümkün olduğunca uyumuyorum. Yani yalnızlık denen nane, öyle şarkılarda anlatıldığı gibi insanın üstüne gece vakti çökmüyor. Tam tersine gece vakti seyreliyor yalnızlık, hazmı kolaylaşıyor. Zor olan, güneşin parladığı öğle vakitleri, öğleden sonraları, Pazar sabahları, cıvıl cıvıl piknik yapılan ikindiler… Geceler güzel. Bu arada hava da iyice karardı. Oh be!
İstiklal’i hıncahınç doldurmuş insanlara bakıyorum, içim sıkılıyor. Sağdan, soldan, dükkanlardan, sinemalardan, her yerden taşıyorlar. Cadde boyunca, ellerinde paketlerle üstüme üstüme geliyorlar. Bu yığına mı ait olmak istiyorum, diye düşünüyorum. Yalnızlığı sevmiyorsam, evet, bu yığına ait olmalıyım. Gidip içlerinden birine merhaba falan demeliyim. Yapamam ki… Kendimle bile konuşamıyorum, delirmek büyük bir lüks.
İstiklal'i hıncahınç doldurmuş insanlara bakıyorum, içim sıkılı­yor. Sağdan, soldan, dükkanlardan, sinemalardan, her yerden taşı­yorlar. Cadde boyunca, ellerinde paketlerle üstüme üstüme geliyorlar. Bu yığına mı ait olmak istiyorum, diye düşünüyorum. Yalnızlığı sevmiyorsam, evet, bu yığına ait olmalıyım. Gidip içlerinden birine merhaba falan demeliyim. Yapamam ki... Kendimle bile konuşamı­yorum.
İstiklal'i hıncahınç doldurmuş insanlara bakıyorum, içim sıkılıyor. Sağdan, soldan, dükkanlardan, sinemalardan, her yerden taşıyorlar. Cadde boyunca, ellerinde paketlerle üstüme üstüme geliyorlar. Bu yığına mı ait olmak istiyorum, diye duşünuyorum. Yalnızlığı sevmiyorsam, evet, bu yığına ait olmalıyım. Gidip içlerinden birine merhaba falan demeliyim. Yapamam ki. Kendimle bile konuşamıyorum, delirmek büyük bir lüks.
29 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.