Yani ikisine de ihtiyacın var: Düş ve gerçek, hayal gücü ve hakikat. Dolayısıyla, hayal gücünü yenilemek için, iç dünyanı taze tutmak için her türlü insanla konuşmalı, her türlü bitkiye bakmalı, her türlü şeyi yemelisin.
Burak Aslanpay
Ne garip…
Herkes aşk diye kıvranıyor ama gerçek aşka kimse şans vermiyor.
Aşkla kapısına gittiğin kapıyı yüzüne kapatıyor.
Sen çabaladıkça tutunduğun her dal elinde kalıyor.
Şimdi, sen yokken başkaları öpüyor onu.
Ve sen O’nun yüzüne bakmaya bile kıyamazken, başkaları dokunuyor onun tenine.
Başkaları tutuyor senin tuttuğun o ellerden…
Hayat O’nsuz zor geçecek.
Yaşamak O’nsuz imkansız bir hale gelecek.
Aldığın nefesler yetmeyecek çoğu zaman.
Bir kere ölemedin belki ama, O yokken her sabah ölerek uyanacaksın hayata!
Ölürsen öl! Bundan ona ne!
O şimdi ellerin oldu.
Seni terketti diye yalnız kalmayacak biliyorsun değil mi?
Vaziyetimiz vaziyet değil, yerimiz yurdumuz yer yurt değil, hiçbir şeyimiz bir şey değildi. Bu hiçliğin ve hikayenin içindeki tek gerçek olmaya çalışıyorduk.
"Sabahı nasıl tetikte bekliyorum. Şafakla damar damara seviştiğini görmek için bilgeliğin. (...) Ey yangınlar artığı! Her yangından arta
kalan bir şey, her yangından arta kalan gerçek şey
çoğalt beni." Bir Üsküdar sabahından #Günaydın
Gerçek mutluluk, yavaş yavaş, azar azar gelir ve bu bizim hayata bakış açımızla, çevremizle, çevremizdekilere karşı davranışımızla doğrudan doğruya ilgili ve orantılıdır.
Mutluluk, birbirini tamamlayan ufak tefek şeylerin birikmesinden doğuyor.
Psikolog Karl Lashley, bir grup deney faresini gerçek bir
labirentin içine koyup onlara yollarını bulmayı öğretiyor.
Sonra beyin dokularının bazı kısımlarını kesip onları tekrar
labirente bırakıyor. Farelerin motor fonksiyonlarında ciddi
bir gerileme. görülmesine ve bazıları labirentin dönemeçleri arasında sürünerek, sendeleyerek ilerlemeye çalışmasına
rağmen hayvanların hiçbiri yolunu tamamen kaybetmiyor.
Bu da Lashley'nin şu sonuca varmasına sebep oluyor: Beynin içinde belli anıların saklandığı tek bir yer yok. Aksine,
hafıza dediğimiz şey, birbiriyle ilişkili bir sinirsel şebekenin
içinde beynimizin her yerine dağılmış durumda.
Bana göre günümüzde çatışan fikirlerden doğan kavganın kişisel nefrete veya gerçek bir düşmanlığa dönüşmesi imkansız olmuştur.
Bunu nasıl başardık peki?
''Evler, yeri kaybolmuş eski bir mezarı andıran çetrefilli yapı. İnsan, kemikleri etinden sıyrılmış iplikli iskelet. Ve yaşam, gerçek manalarından uzak, bir tozpembe kâbus ilişkisi. Merhamet, uzaklarda; hep hayallerimizdeki ilişki.''
Z.a
İnsanların istediği gibi olmaktansa, kendim olmayı tercih ettim. Bu, sürülerin anlamlandırmakta zorlanacağı, saldıracağı, dışlayacağı bir gerçek gibi...
Aralarında yaşadığımız insanlar bize düşmanmışız gibi bakıyordu, kin ve nefret solumalarını yüzümde hissediyordum. Tümüne rağmen çıplak bir korku da akıyordu daima... "gerçek düşmana saldıramayacakları kadar masumlara saldırabilirdi tümü..."