_Şeytanla anlaşmak, yani Nevrotik kişinin kendi benliğinden vazgeçmesi, ruhunu satmasına karşılık gelmektedir. Psikiyatride bunu "kişinin kendine yabancılaşması" olarak adlandırıyoruz. Tıpkı bellek kaybı ve kişiliksizleşmede olduğu gibi kişi, kimlik duygusunu yitirmiş, kendine aidiyeti kalmamıştır. Sanki bir sis bulutu icindeymiş gibi
_Lord Byron_
_Ey güzel okur! Bir kez burnunu uzattığın bu sayfaların içinden bir daha çıkamayacağına ant içerim!
_Tabuttaki ceset gibi yalnızdım. Yalnızdım bir bulut gibi. Yalnızlık dediğim haremindeki sultanınkidir. Mağarasındaki bir münzevinin değil. Hava saydam, gök mavi ve toprak kıvançlıyken, görünmekten hoşlanmayan, çatık kaşlı bulut gibi
Aydın'ın Nazilli ilçesinin Kuyucak köyünde başlayan ve Balıkesir'in Edremit ilçesinde biten hayatları ele alacağız bu satırlarda...
Kuyucaklı Yusuf,
Sabahattin Ali 'nin 1937'de basılan ilk romanı olması özelliğiyle birlikte betimlemeleri ve hayata dair çıkarılacak dersler vermesi bakımından oldukça önemli bir eserdir. Aslında
"Zorla sevgi olmaz" dediği anda yüzündeki üzüntüyü görmüştüm. Dile getirmek çok zor olsa da gerçek, gerçektir.Beni bizzat kendisi itti, bizzat kendisi özensiz sözleriyle ondan gelen her sevgi çabasına karşı beni köreltti.
Gözlerini açtığı zaman oda gene karanlıktı. Sevgi’yi görmüştü. Onu eskisi gibi sevdiğini söylemişti. Sevgi’ye bakıyordu. Onun konuşmasını bekliyordu. Sevgi, başını önüne eğmiş düşünüyordu. Oysa, bir şey söylemesi gerekiyordu. Hikmet, ne sonuç aldığını öğrenmek istiyordu. “Ne diyorsun?” diye sordu Sevgi’ye. “Ne diyeyim?” diye karşılık verdi Sevgi.
“Kadın ya da kadınların hakları" denilince ne anlıyoruz? Nedir kadınlara bugüne kadar tanınan en geniş haklar? Yaşama hakkı mı, üreme hakkı mı ya da ürememe hakkı? Kadın cinselliğini özgürce yaşayabilir mi? Aile planlamasında söz hakkı var mıdır? Sağlık hakkına sahip midir, her ihtiyaç duyduğunda erişebilir mi? Temel eğitim, mesleki ve teknik
Alice Miller çok uzun zamandan beri okumak istediğim bir yazardı. Öncelikle bu kitabı okurken bazı değer yargılarından, toplumsal normlardan, kalıplaşmış ahlaki değerlerden arındırarak okunmalı. Yani ne kadar objektif bakarsanız, yazarın anlatmak istediğini o denli anlayabilirsiniz. İşte bu yüzden ben bazı kısımlarda zorlandım. Yazara katıldığım,
Anne ve babaya duyulan sevgi, doğal olup, libido ile açıklanamaz. Başka bir ifadeyle ebeveyn sevgisi cinsel değil, kutsaldır. Esasen Freud, Oidipus kompleksini dayandırdığı mitolojideki olayın yorumunda yanlışa düşmüştür. Çünkü mitolojide yer alan kahramanlardan kral, olması muhtemel olayları önlemek için, çocuk sahibi olma isteğinden vazgeçmiş; Oidipus, yanlarında büyüdüğü kişilerin gerçek ailesi olmadığını öğrenip gerçeği duyunca adeta kaderi gibi önüne çıkan babasını öldürme ve annesiyle evlenme olayının gerçekleşmemesi için elinden geleni yapmış, olaylar bu noktaya geldiğinde de bir felaket yaşanmıştır. Bu durum, olayın geçtiği yerdeki halk tarafından da lanetlenmiştir. Mitolojide yaşananların hiç biri, istenerek yapılmış değildir, tamamen bir kader oyunudur. Çocukluktan itibaren anneye bağlılık, herhangi bir insana bağlılıktan farklıdır.
_İnsan, kendisini aşmakla kalmaz, kültürünü de aşar. Kültüründen ve toplumundan gittikçe ayrı düşmeye başlar. İnsanlık ailesinin bir bireyi olmaya başlayıp yerel grubundan ise uzaklaşır. Evrenselcilik’in temeli kesinlikle burada yatmaktadır.
_Hasta insanlar, hasta bir kültürün ürünleridir. Sağlıklı insanlar ise ancak sağlıklı bir kültürde
Okumadınızsa mutlaka okuyunuz ve okutturunuz diyebileceğim bir kitap " Bin Muhteşem Güneş.
Afganistan'da Sovyet işgaline karşı direnişle başlayan ve rejim değişikliği ile devam eden savaş ortamında özellikle kadının bireysel ve toplumsal açıdan ezilmişliğini olağanüstü bir kurguyla sergileyen muhteşem bir başyapıt.
Siyasi rejime bağlı olarak
( Düşünce-Frekans-Müzik-Burç-Bilim-Büyü-Tılsım-Nazar )
_ DÜŞÜNCE _
_Buda: Her şey düşüncedir. Ne düşünüyorsak o oluruz. Bize düşüncelerimiz şekil verir. Hepimiz düşüncelerimizden doğarız. Bu dünyayı yaratan, zihnimizdir. Bu dünyayı bir hava kabarcığı, bir serap gibi düşün. Dünyayı böyle gören kişiyi ölüm görmez. Biz, içselliğimizin meyvesiyiz.
Uzun zamandır beklediğim bir serinin sonunu okumak gerçekten üzüyormuş insanı. Sayfalarca anlatmak istiyorum fakat kelimelerim yeterli olur mu emin değilim. Beni bu kitaba çeken şey gecek bir sevginin var oluşuydu, dostluklardı, her şeye rağmen gülümsemelerdi... saysam bitmez. Hatta kitabı kapattığımda öğrendiğim ilk şey: pisman olmamak için neyi
Bir cisim yaklaşıyor. Bir meteor taşı, dünyamıza çarptığında her şeyi alt üst edecek bir şey. Büyük sözler edebildiğimiz kadar, iyi anne ve babalar da olmak zorundayız. Çocuklarımızı ekran önünde unutursak, onlar bir daha evin yolunu bulamayabilir. Kendi evine hayrı olmayan insanların dünyayı değiştirme ihtimali yoktur. Önce biz ekranlarımızı kapatalım, sonra çocuklarımızın elinden şefkatle tutup onları ekran başından kaldıralım. Konuşalım, gülüşelim, gözlerinin içine bakalım. Sevgi beş duyuya ihtiyaç duyar. Dijital dünya görsel alanı yeğliyor. Biz bununla yetinmeyelim. Koklayalım, dokunalım, işitelim, görelim. Yeri geldiğinde tadalım. Bir kucaklaşmayı e-posta ile gönderemeyiz. Gözyaşını facebook mesajıyla silemeyiz. Sevdiğimizin omzuna twitter ile yaslanamayız. Bize gerçek lazım. Elimizi uzattığımızda dokunan bir el, yüzümüzü döndüğümüzde sevgiyle süzen gözler lazım. Omzumuza sahte zafer madalyaları takmasa bile, gerçek daha güzel. Yürüyen ölüleri diriltecek şey, dikkat ve sevgidir. Dikkat, bir kez verdiğimizde geri alamayacağımıza göre, onlara sunacağımız en büyük hediyedir.
Herkesin çevresinden en az bir kere okunması gerektiğini duyduğu bir kitap olduğunu söylemek sanırım yanlış olmaz. Gerek sosyal medyada çokça tavsiye edilmesi, gerek alıntılarıyla ismini duyduğumuz ve sık sık karşılaştığımız bir kitap. "Acaba bu kadar abartılmayı hak ediyor mu?" düşüncesiyle okumaya başladım. Kitap hayata dair birçok