Gözlük takmanın nedenini yıllarca, göze toz toprak kaçması, gözün de böylece yorularak iyi görmemesi sandım. Bugün de öyle sanmak isterdim; bunun kimseye zararı dokunmazdı. Ben de, yalnız bana ait olan bir düşüncenin mutluluğu ile yaşardım.
Fazla kilosu varsa zayıflar, burnu eğriyse ameliyat olur. Gözü bozuksa gözlük takar. Ama karakteri bozuksa, bahsettiğim şeylerin kusursuz olması hiçbir işe yaramıyor.
Kadın görünmüyor, iki yanda da yok
Balkonda, verandada, hayır yok
Kapatmış kendini yalnızlığıyla
Şezlong kitap gözlük
Orda öylecene
Sustu kaldı, geriye geriye çekilerek
Biliyor
Her konuşma bir şeyi değiştirir hayatımızda
...Gözlüğümüzü ve gözlük numaralarımızı ayarlayabilsek anlayacağız ki çok berrak bir zeminde çok kesin sonuçlara yol alıyoruz. Rabbimiz kimseyi ortada bırakmıyor, asla meçhul bir akibete davet etmiyor. Her şey gözlükte ve gözlük da gizli...
“
Gözlük takmadan aynaya baktığım için yüzüm bulanık ve buğulu gözüküyordu.Yüzümde en sevmediğim şey gözlüklerim ama diğer insanların bilmediği iyi yanları da var. Gözlüklerimi çıkarıp uzaklara bakmayı severim.
Her şey rúyada gibi puslu gôrúnür .Kirli hiçbir şeyi göremem. Sadece büyük boyutlu seyler, canli güçlü renkler ve ışiklar görünür gözüme. Gözlügümü çıkarıp insanlara bakmayı da severim. Etrafımdaki tüm yüzler nazik, güzel ve güleç görünür. Hem gözlügümü cakardigimda asla insanlaria kavga etmeyi dügünmem, kötü soz soylemeyi istemem.
Ama sonuçta gözlüklerimi sevmiyorum. Gözlüklerimi taktığımda yüzümde ifade diye bir şey kalmiyor. Gözlük, yüzde ortaya çıkan duygu, romantizm, güzellik, öfke, zayıflık , masumiyet, hüzün gibi birçok şeye ket vuruyor.
Ayrıca gözle iletişim kurma işini de absürt bir şekilde imkânsızlaştırıyor.
Gözlük bir hayalet gibidir.
Gözlüklerden nefret etme sebebim göz güzelliğinin insandaki en önemli şey olduğunu düşünmemle alakalı. Burnunuzu görmeseler veya ağzınız sakli olsa da, tek ihtiyaciniz olan gözlerdir .onlara bakıldığında, gözler insana hayatı daha güzel yaşamalı diye düşündürüyorsa bence iyi.
“
Ne yapalım, gerçekler pek şiirsel değil.
Bir önceki hafta çarpıntılarım fazlalaştı diye hastaneye gittim. Büyük makinelerin içine soktular, her yerime kablolar bağladılar, filmler çektiler.
Artık damarların içini bile görebiliyorlarmış. Bana büyük bir heyecanla ne çok şey görebildiklerini anlattılar.
Bizim çocukluğumuzda, insanların içini gösteren gözlük diye uydurma şeyler satarlardı. Oğlanlar kızları bu gözlükleri takıp korkuturdu. İşte şimdi herkesin içini görecek büyük makineler yapmışlar sonunda. Ama benim kalbime ne olduğunu göremiyorlar.
O çarpıntının ne zaman gelip kalbime yerleştiğini ve o günden beri hiç gitmeyip benimle kaldığını bilmiyorlar.
Ben biliyorum.
Gerçekte, bizim hiç göremediğimiz, yalnızca anlamaya çalıştığımız belleğin o karmaşık düzenini, içimizde bir yerde gizemli bir biçimde saklanan bütün geçmişimizi hangi makine resimleyebilir ki?