Merhabalar, bugün sizlere çok fazla abartıldığını düşündüğüm bir kitabın yorumuyla geldim.
İlk başta kitabın kurgusu hakkında sizi biraz aydınlatayım sonra yorumlamaya geçeceğim.
Hukuk son sınıf (yanlış hatırlamıyorsam son sınıftı) öğrencisi olan Zeliha sıradan üniversite hayatını yaşarken bir gece hiç beklemediği bir olayla karşı karşıya kalır.
"Haklısın Evgenia," diyorum. "bu ülke çok acımasız, bu topraklar çok sert, bu toprakların insanları çok hoyrat, bu ülke gerçekten çok acımasız. Ama burası bizim ülkemiz Evgenia, burası bizim toprağımız, bizim vatanımız. Biz burasıyız Evgenia..."
Geçmiş paylaşılırsa hatıra olur. Saklama kendini benden. Susuyorsan bu senin cahilliğinden değil, çok şey bildiğinden...
Bunu şimdi daha iyi anlıyorum. Kaygılarını da biliyorum. "Aynı dili konuşanlar bile birbirini anlamıyor." Diyorsun. Haklısın. Susuyorum.
Paylaşmıyorsun. Olsun. Bekliyorum.
Bir gün anlatacaksın hangi yollardan geldiğini, bir gün sen de getireceksin bana geçmişini.
Diyebilirsin ki, bir insanı, fotoğraflarından ve hakkındaki haberlerden ne kadar tanıyabilirsin? Haklısın. Belki de çok az... O zaman şöyle demeliyim: Seni az tanıyorum... Az...
“Haklısın, hayatımdaki en büyük engelin kendim olduğunu anlıyorum. Tüm sınırlarım içimde. Dışımdaki sadece içimin yansıması. Hayalimin sınırı, inancımın şüphesiyle aşılmaz engeller. Korkularla dolu duvarlar inşa etmişim varlığımın bahçesine.”
Özür dilerim haklısın sanırım.
Herkesin duygusuna karşılık vermek gibi misyonum var 😇
Ben de “bu yaşamdaki anlamım ne?” diye soruyordum kendime.
Neyse gidip bitki çayı demleyeyim.
İçim hiç olmadığı kadar rahattı. Yanlışımı fark etmiş, o yoldan dönmüştüm. Şimdi tek dileğim bir şeyler için geç kalmamış olmaktı. Uraz'ın gözlerine bakmak uzaklardan bir
mektup beklemek gibiydi, gelecek miydi belirsizdi.
Sonunda dudakları aralandığında gözlerindeki hüzün yerini koruyordu. Ben kuracağı cümleleri heyecanla beklerken o konuşmaya başladı.
''Bazı şeyler yaşanır, geçer gider elbet ama izi kalır." diye girdi söze Uraz,
"Bunu en iyi sen biliyorsun."' Başımı salladım
"Haklısın...'' dedim umutsuzca.
"Bana biraz zaman ver Kumru. Bu gece konuşmayalım, öfkem geçmeden konuşturma beni... Çünkü seni kırmak benim bu dünyada en son isteyeceğim şey.''
Başımı salladım. Gözyaşları akmak için beklerken çaresizce bakışlarımı kaçırdım.
«kapı dardı, çok dardı haklısın ama bir “evet”inle küçülürdüm, un ufak olurdum. Gerekirse sen’de yok olurdum; lakin o kapı’dan “ikimiz” birlikte geçerdik. İnsan insanı sevmeli ama kavuşmalı da…»
"Beni karanlıkta bıraktığın için sana hâlâ çok kızgınım, Lore."
"Aydınlanmak böyle hoş şeyleri ortaya çıkardığı için mi ?"
"Haklısın. Çıkarmadı. Ama kör kalmaktansa görmeyi tercih ederim. Aptal yerine konmaktansa bilmeyi tercih ederim."
"İnsanlar öyle kötü ki onlarla konuşmuyorum. Ama kamyonla konuşurum. Kamyona güle güle derim."
"Bir kamyon konuşarak duygularını incitemez değil mi," dedim.
"Kamyon güzeldir," dedi Dibs.
"Haklısın. Müthiş bir ekibiz."
"Evet, senin emirlere kulak asmaman hariç."
"Emirler mi? Ben askerlerinden biri değilim Kai."
"Haklısın, değilsin. Askerlerim benim için bir anlam ifade etmiyor. Onlar harcanabilir ve yerlerine yenilerini koymak kolaydır. Bu yüzden, evet Gray. Sen askerlerimden biri değilsin."
Şivan Perwer ve Ahmet Kaya'nın “çocuksuluğu” orada tanıştıkları ortamda hemen göze çarpıyordu. Ahmet Kaya eşini Şivan ile tanıştırırken, Şivan'ın bu özelliğini fırsat bilip onunla şakalaşır. Gülten Kaya bu durumu şöyle anlatıyor, “Sadece küçük bir anekdotu paylaşmak istiyorum. Ahmet, Köln'de Şivan'la beni tanıştırırken, bir yandan da bana göz kırparak, “Gültenciğim, Allaha aşkına sen söyle, “Şivan sen yakışıklı bir adam değilsin,” diyorum, bana kızıyor, şimdi sence yakışıklı mı değil mi” dedi. Ben de Ahmet'ten aldığım işaretle, “Valla haklısın Ahmet, hiç de yakışıklı değil,” dediğim anda, Şivan kulis koridorlarında Ahmet'i kovalamaya başladı. Bir yandan da, “Yahu sen ne acımasız bir adamsın, bari Gülten'i etkileme,” diye söyleniyordu.”