" İyileri tanımak için mutlaka kötülere ihtiyaç olduğu fikrine itibarım yoktur benim. Birilerin semirmesi için birilerinin de aç kalması gerekmiyor çünkü..."
"Burası eskiden ne idi, şimdi ne oldu!.. Ama sebebi var. Eskiden burada oturan herkesin kendine göre malı vardı. İncirden, zeytinden ne alırsa burada yer, burada bırakırdı. Bütün bu gördüğün dağların, ovaların nimeti hep burada kalırdı. şimdi buraların sahibin olan beyler, ne alıyorlarsa başka yere götürüyorlar. apartman dikiyor, köşk alıyorlar. otomobillere, karalara yatırıyorlar. işçilik diye burada bıraktıkları, aldıklarının binde birini tutmaz. kalanlar da bununla işte bu kadar geçinebilir... o senin bildiğin çirkince de işte bu hale gelir... cennet gibi yerler virane oldu diye gavurda keramet. Müslümanda kabahat arama!.. Eskiden buraların sahibi buralara yaşar. burada işlerdi. sen sahipli memleketi sahipsiz eden beylerin yakasına yapış... bir daha da öyle demin konuştuğun gibi konuşma... bizim elimize geçen her yer neden böyle olsun? burası bizim elimize geçti mi ki? merak etme, milletin eline bir şey geçmedi; ovalar, dağlar üç beş fırsat düşkününün elinde toplandı..."
Çünkü sanat, yeryüzünde ve insanların içinde olup bitenleri, çöplükle sarayı aynı hakikatten uzak ve güzelleştirici örtüye bürüyen ay ışığı gibi, tatlı bir yalan bulutunun arkasından göstermeye mecburdu,...
Bir yıldızdan geriye ne kalacağı, sojunda ne olacağı, onun hacmiyle, çapıyla, kütlesi, ağırlığı, kısacası kumaşıyla ilgilj bir şeydir. Yani kendi seçimi değildir cesedinin biçimi. Doğduğu andan bellidir.
" Şeyh inana değil, inandırandır, şeyh anlatan değil, gösterendir, öğreten değil, perdeyi kaldırandır. Sen benim gözümün önümdeki perdeyi kaldırdın. Sen, bana, bendeki beni gösterdin. Şeyh sensin, pir sensin, hakiki dost sensin, hakiki sen..."
... Caminin önündeki çeşmede üniformalı iki polis abdest alıyordu. Bellerinden sarka kocaman tabancalar dikkatimi çekti. Adamların yüzlerini iyi seçemiyordum, ama az sonra tanrıdan bağışlanma dileyeceklerini biliyordum.İşte o günah çıkarma anı ile kemerlerindeki silahlar birbirlerine tam bir karşıtlık oluşturacaktır. Yok etmenin aracı olan tabancalarla Yaradanın huzuruna varmak. "öldürmeyeceksin!" diyen Tanrının huzuruna ölüm getiren araçla çıkmak.
Muhteşem saltanat arabası, beraberinde müfreze asker ve Türk nazırları ile müttefik ordularına mensup generaller olduğu halde sefarethaneye doğru yavaş yavaş ilerliyordu. Padişah, sefarethanenin büyük kapısından içeri girdiği zaman halkın heyecanı son haddini bulmuştu. Kemerli kapının üzerinde renkli ışıklarla yazılmış yan yana iki isim okunuyordu. Kraliçe Viktorie ve Sultan Abdülmecid...
Cehennemi anlamak kolay da yeryüzü insanının cemneti kavrayiş çabasında en fazla çıkmaza girdiği nokta "ebedi mutluluk" hali. Nasıl olur bu? Çünkü yeryüzü zamanının hızla ilerleyen çizgisindeki alışkanlıkta her şey geçimli her şey bitimli. Eskimeyen, pörsümeyen, değişmeyen bir hal, bir duygu söz kunusu değil. En yoğun acılar gibi en kalıcı zennedilen mutlulukların bile değerinden eksildiği tecrübeyle sabit. Çünkü zaman var. Bir başka deyişle hazzı bitimlk kılan, zamanın ta kendisi. Bu yüzden ebedi haz, yeryüzü kelimelerinde karşılığı bulunabillir bir olgu değil. Şimdilik
"Özsaygısı," dedim,"insandaki, ben herkesten daha iyi ve daha akıllıyım, inancıdır."
...
... "Bunu size kanıtlayabilirim. kendimizi neden herkesten çok severiz? çünkü kendimizi herkesten daha iyi, daha sevilmeye değer buluyoruz. Başkalarını kendimizden daha iyi, daha üstün insanlar olarak bulsaydık, onları kendimizden daha çok sevmemiz gerekirdi, oysa bu hiçbir zaman olmuyor. Hem olsa bile," diye ekledim kendimden hoşnut bir gülümsemeyle, ben yine de haklıyım."