kamu insanı
Kamu insanı olmaktan vazgeçince sevdiğim devrimcileri kapıdan çevirme cesareti gösterebildim. Kitapları da kapı dışında bıraktım. Siyasi yazıları bıraktım, siyasi kimlikleri, siyasi refleksleri.. İçim rahat. İdeolojimin bir ideoloji ile ortaklaşması yahut çatışması önemli değil. İnsan olmayı hatırladım. Tekmelediğim ve kanlar içinde kalıp tırnaklarımın söküldüğü açılmayan kapılar uçtu birden. Bir devrimci bana ''Şimdi Türkiye'nin neresine gitsem dışarıda yahut bir hotelde kalmama gerek yok, gideceğim bir yerim var'' demişti. Bu sözün aynısını bir tarikatçıdan da duymuştum beni ''kazanmak'' istediğinde. Bu sözü duymak bile kanımı ne kadar zehirlediğini kamu insanı olmaktan vazgeçtiğimde anladım. Bu sözün ne kadar zehirden pişmiş bir aş olduğunu kamu insanı olmaktan vazgeçtiğimde anladım. ''örgütlenerek bir şeyleri kazanırız, örgütlenerek hayal ettiğimiz zaferlere kavuşuruz'' Bu sözü yine bir devrimci ve yine bir tarikatçının davetinde duymuştum. Bütün kutupların hatta bütün zıt kutupların aynı dili konuştuğunu o zaman anladım. İstekler ve hayaller farklı. Bütün düşünceler veyahut ideolojiler sefalet içinde doğuyormuş. Sürüden ayrılanı kurt kaparmış. Şimdi de sürüden ayırmak için hakim bir ideoloji de var ''liberalizm'', ''serbest piyasa''. Sımsıcak bir asırdayız, güzel sözler söyleniyor, kanı kaynatan sloganlar, serinlik vaat eden gölgeler. Sonra birden bir kartalın pençeleri arasında çaresizce yem olabiliyoruz.
Toplumun ölümü demek bireyin de ölümü mü oluyordu? Ya da tam tersi. Bilemiyorum. Yalnızca bir şey biliyorum ki her ikisinde de insanın kendine öz doğurduğu bir ihtiyaç değil, önüne sunulan bir ihtiyaç. Aç insanın önüne neyi sunarsanız sunun onu yer, yemek zorunda..
Bireysel gelişimini temelden tamamlayamamış bir insan için yalnız kalmak da sürüde olmak da ona yarar sağlamaz, çoğunlukla zarar verir. Biz bireysel gelişimimizi tamamladığımızı nasıl anlayacağız? Nasıl bir karar verebilme gücümüzün olduğunu bileceğiz? Eksiğimizin, artımızın ne olduğunu nasıl bileceğiz? Eksiğimiz yoksa sürüye ihtiyacımız var mı? Sürüde olmak eksikliği tamamlamak için mi yoksa artı bir değer kazanmak için mi? Şimdilik bilebildiğim tek şey gözlem yapmak, çokça düşünmek. Söz gelimi bir haksızlığa karşı gelmek için sürüyle mi olmak gerek? Bir insan tek başına bunu yapamaz mı? Bir Adaletsizliğe karşı ses çıkarmak için sürüyle mi olmak lazım? Bir insan bunu bilmek-öğrenmek ve sorunu gidermek için sürüye giriyorsa; bu o insan için büyük bir utançtan başka ne olabilir? Bunları bilmenin farkına varmanın okumayla, sürüyle olmanın ne ilgisi var? Buna karşı tavır takınmanın birikimle ne ilgisi var? En temel seviyede aklın biraz çaba göstermesiyle ulaşılacak şeyler değil mi? Bir insanı öldürmenin nedenlerini ve sonuçlarını hesaplayamayan utanç abidesi bir insanın en aşağılık ve sefil bir yaşamı hak etmesi gerekirken... Bir örgütle varlık içinde yaşamasının neresi adalet? Haksız yere öldürülen, haksız yere ceza alan, soykırıma uğratılan bir olaya karşı nasıl bir tavır takınılması gerektiğini anlayamamanın sebebi nasıl olur da kitap okumamak, düşünememek vs olabilir. Bu düpedüz karşıdaki insanı aptal yerine koymaktır. Bu da insana karşı girişilebilecek en aşağılık tavırdır. Şu an yeryüzünde yaşanan sorunların yüzde yüzüne yakını en temel seviyede, hayat belirtisinin olduğu en ufak bir aklın bile biraz da olsa düşününce düzelebilecek sorunlar iken yaşanan bunca şeyin tek bir açıklaması var: Delilik. Kötülüğün, kötü niyetin, kibrin getirdiği delilik. En temel yaşam haklarında bile bir araya gelme ihtiyacı hissedilen bir yerde akıl tutulması yaşanmıyor, çok kötücül bir akıl girişimi yaşanılıyor ve tartışmak dahi bu kötücül akla meşruiyet kazandırmaktır. Önce toplum değil bireyin kendi doğası üzerine düşünmesi gerekiyor. Toplumu düşünmenin ne denli bir saçmalık girişimi olduğu, kamucu olmanın ne denli bir deliliğin tezahüratı olduğu o zaman anlaşılır.
İhtiyacımın ne olduğunu biraz aç kalarak öğrendim. Bir tokat gibi yüzüme inen o çaresizlik. Ben hiçbir yere ait değilmişim. Peki şimdi ben neyim? Sürüden ayrılan bir koyun mu? Yoksa bir sürüye bile ait olamayacak kadar beceriksiz bir koyun mu? Yoksa kendi sürüsünü gütmek isteyen bir çoban mı? Bilemiyorum.
Her şeye rağmen imkanlar ölçüsünde istediğim ota gitmekte özgürüm. Aç kalmak veya tok kalmak benim kendi imkanlarımın içinde olması bana güç veriyor. Hiçbir çobanın sesini duymamak bana güven veriyor. Uzun uzun çayırlara ve diğer koyunlara bakınca üzerinde düşünme zamanı buluyorum. Bu düşünceler bana çok şey öğretiyor. Artık doyumsuz bir yalnızlığı şah damarımda hissediyorum. Belki bir iyi bir çobanla çok iyi otlara çok rahat ve güven içinde ulaşabilirdim. Belki o iyi otlara tek başıma hiçbir zaman ulaşamayacağım. Belki böyle hissetmek ve bu şekilde düşünmek önceden onların istediği ve yaptığı bir şey. Belki mesele iyi ot yemek veya yememek değil.. Bilemiyorum.