Ansızın bir tıkırtı takılıyor kulaklarıma. Hülyaların bulandırdığı zihnimin gerçeklerinden, hayatın tekdüzeleşen kabullerine sığınmaya çabalıyorum bir süre bakışlarımla. Hafifçe doğruluyor, hemen sonra üstümdeki halsizlikten olacak yavaşça, birkaç adım karşımda bulunan duvarın zamanla kabarmış ve dökülmüş boyalarının üzerindeki büyükçe siyah bir
Neslin sıhhatle devamı, aile müessesine bağlıdır ve evlatlar hiç şüphesiz, ailenin sürur kaynağıdır. Evlatlar, daha dünyaya gelişinde, her misafirden tatlı karşılanır. Hem nasıl karşılanmasın; sevmenin ateşe perde, ikram etmenin sırat köprüsünü geçmeye vesile, birlikte yemenin, kurtuluş beraatı bahşettiği evlat, anne babası için dünya nimetlerinin
Parmaklan hiç zorlanmadan içime kayıveriyor Evet buna ne şüphe diyor beni onaylamasına.
Bu kadar çabuk uyanldığım İçin benimle dalga geçiyor ama ben de onun penisinin kazık gibi olduğunu
hissedebiliyorum.
Onu daha da azdırmak umuduyla kalçamı ona sürtmeye başlıyorum.
Vay vay yaramaz mısın sen?
Hem de çok diyorum ve arsızca beni bir daha
Arap ülkesinin ıssız bir çölünde
Gururla yükselmedeydi üç palmiye.
Aralarındaki kıraç topraktan şırıldayarak Fışkırıyordu serin sularıyla bir kaynak
Yeşil yapraklardan bir örtü korumaktaydı kaynağı
Güneşin yakıcı ışınlarına ve tozuyan kumlara karşı.
Uzun yıllar geçip gitti böylece
Uğramadan oralara hiç kimse.
Hararetten kavrulmuş bağrıyla
VAR MI SİZİN DE BÖYLE CİNNETLERİNİZ?
“Deliler ile benim aramdaki tek fark, onların bunu kabullenmemesidir. Oysa ben biliyorum deli olduğumu.” diyor, sürrealist ressam Salvador Dali. Dünyanın büyük çoğunluğu onun deli olduğuna, geri kalanıysa dahi olduğuna inanıyor. Hem deli olmak, dahi olmaya engel mi? Ya da tam tersi; dehalar da bir gün
Ulus Baker'le ilgili şimdilik son yazıdır. Keyifli okumalar...
KES KULAKLARI, GEÇİR SİCİME…
Ulus Baker’in babası Sedat Baker ruh bilimci bir doktordur. Kıbrıs savaşı zamanında çalıştığı hastaneye yaralı askerler tedavi edilmesi için getirilir. O sırada Ulus ise babasının yanında oturup, çocuk haliyle getirilen yaralıları ve tedavi sürecini
SULTAN ORHAN GAZİ
Ömrü fetihten fetihe koşmakla geçen büyük idareci
Osmanlı Devleti gibi üç kıtaya hükmedecek muhteşem bir imparatorluğun temelini atan Osman Gazi, beka âlemine gitme vaktinin geldiğini anlayınca, Gazi oğlu Orhan'ı çağırmış ve ona şöyle vasiyet etmişti:
"Oğlum, İstanbul'u aç, gülzar eyle. Öldükten sonra beni
Paravan yukanda derken sesim öyle kısıktı ki duyup duymadığından bile emin değildim.
Külotunu çıkar.
Demek ki duymuş.
Ya sana çoktan çıkardığımı söylersem?
Ben insanların arasındayım Bayan Fairchild. Bana işkence etme.
Asıl sen bana işkence ediyorsun diyerek öfkelendim
Tamam. Şimdi külottan tamamen kurtul.
Eteğimi kaldınp külotu
Video:
youtu.be/Xk1sYFD_X50
On İkiye Bir Var.
Haldun Taner'den okuduğum ilk kitap.
On İkiye Bir Var; 7 öyküden ve 87 sayfadan oluşuyor.
On İkiye Bir Var, 1954 yılında yayımlanmış. 1955'te ilk Sait Faik Hikâye Armağanı'nı alan iki kitaptan biridir. Kitaptaki öykülerde; toplumsal eleştirinin yanı sıra, insanın hayat
BEYAZ LÂLE
Hudutta bozulan ordu iki günden beri Serez’den geçiyordu. Hava serin ve güzeldi. Ilık bir sonbahar güneşi, boş, çimensiz tarlaları, üzerinde henüz taze ve korkak izler duran geniş yolları parlatıyordu. Bu gelenler, gidenlere hiç benzemiyorlardı. Bunlar adeta ürkütülmüş bir hayvan sürüsüydü. Hepsinin tıraşları uzamış, yüzleri pis ve
o duyarlı olduğum çağlara da özlemim yok. herkes kendince haklı, hor görür, iyilik yapar. sağduyunun kutsal merdiveninde en üst basamağa konduruyorum kendimi.
alışılmış mutluluğa gelince; ister evcil, ister değil.. hayır, bu benim işim değil. sefih mi sefihim, güçsüz mü güçsüzüm. uaşam emekle yeşerir, eski bir gerçektir bu; ya benimki, yeteriyle oturaklı değil henüz yaşantım, eylemin, dünyanın o en değerli noktasının üstündeki uzaklarda bir yere dalgalanıp uçuyor.
Oldukça enteresan bir okuma oldu benim için. Belki hayatımın başka bir döneminde okumuş olsaydım bu tadı alamayacaktım, belki okurken zihnimin savrulduğu bu düşünceler silsilesine hiç rastlamayacaktım. Var olmayı, insan olmayı, yaşamı, geçmişi ve geleceği hissettim okurken. Acziyetin ne büyük bir katil olduğunu, ama sağlam bir irade ve sebatın acziyete alan tanımadığını gördüm. Henüz psikoloji biliminin modern anlamdaki temelleri atılmamışken, günümüz anlayışına bu denli uyan, insanı, insan ruhunu böyle derinlemesine resmedebilen bir eser olduğu için bu kadar hayran kalındı belki de biraz.
Kitap içimde benimle yaşayan o uçsuz bucaksız sorulara ışık tuttu. Bana yeni ama bir o kadar da tanıdık ufuklar açtı. Hem yaralarımı gösterdi, hem pansuman yaptı yarama. Hem hasretimi harladı, hem acımı paylaşan bir dost gibi sırtımı sıvazladı. Bana insanı anlattı, bir Ağabey gibi öğütler verdi.
Çok sevdim bu kitabı. Hele hayatımın bu döneminde okumuş olmak... Bazen o fazla gibi gelen; anlam kaybına yol açan, insanı derin bir umutsuzluk ve kasvete sürükleyen havası zarar veriyor, beni dibe çekiyor gibi hissettirse de.. Hayır. Hayır. Büyük bir sırdaş ve gönüldaş oldu bana. İyi ki okumuşum. İyi ki tam da şu an okumuşum.
Oblomovİvan Gonçarov · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 202139,1bin okunma