Herkese merhabalar. Öncelikle tüm okurlara şiir ve sanat dolu günler dilerim.
Yorucu geçmesine karşın fazlasıyla gururlu ve özel hissettiren iki imza gününün ardından, siz değerli okurlara kitabıma içkin bir inceleme yazısı kaleme almak istedim. Yazımı okuduktan sonra "Bir Sancının Panoraması" ve "Dünya Bulantısı" kitaplarıma
Hüseyin Nihal Atsız hakkında olumlu yada olumsuz ön yargıları kenara bırakıp onun çizgileri keskin birisi olduğunu kabul etmeliyiz. Bu keskinliğin meydana getirdiği edebi farklılığın doğurduğu zenginlikten faydalanmak gerekir. İçeriği itibariyle Türk edebiyatında roman geleneğinin değiştiği bir dönemde postmodern romanların Yusuf Atılgan'ın
~~~~~~~~~~KİTÂB-I AŞK~~~~~~~~~~
Türk ve Dünyâ Edebiyatı’ndan aşka, sevdâya, muhabbete dâir alıntılar... Katkıda bulunmak arzu eden sevgili okurlar davetlidir; lütfen buyrunuz!..
1
Sevgiliye sadakatin özü ve özeti, aşkını sır gibi saklamak, iyilik gördüğünde de, kötülük gördüğünde de bu tavrı değiştirmemektir...
Kitab-ı Aşk, İskender Pala
"ekmek sıcak, Allah güzel, sen iyi"*
Bundan yıllar önce Ramazan ayındayız, vakit ikindi. İnternette dolanırken bir sayfada karşılaşmıştım bu dizeyle. Bir fotoğrafın altına yazmışlardı, hiç unutmuyorum; yemyeşil bir arazi, gök pırıl pırıl. Küçük bir kız çocuğu elinde uçurtmasını uçurarak koşuyordu, Alp Dağlarının eteklerindeki çıplak
Lipogram tekniğinin tarihi çok eskilere dayanıyor. Eski Yunan'da M.Ö. 538 tarihinde Lasus adlı şairin "S" harfini kullanmadan yazdığı şiiri bunun ilk örneğidir. Lipogram, bir harfi eksilterek yazma deneyimidir. Genellikle sesli harfler için yapılır. Buradaki temel amaç sınır koyarak yaratıcılığı artırmak, aklı zorlamaktır. Tarihin
Yeni nesil 5. Sınıfların dersindeyim. Derse girmeden önce işleyeceğim konuya hazırlık yapıyorum. Güzel bir şiir işleyecektik o gün. Şiiri okuduğum gibi çok etkilenmeye başladım. Şiir resmen beni alıp kendi çocukluğuma götürdü. Şehirde top oynadığımız bütün arsalar yavaş yavaş bina olarak karşımıza çıkıyordu. Her arsaya bir bina dikilmeye
Her kitaptan öğrenecek şeyler vardır ama bazı kitaplar vardır ki insanın yüreğine tesir eder ki "Can Veren Pervaneler"de bu kitaplardan. Din ve tasavvufun hayatın tecrübeleri ile birleştiği, insanın yüreğini karanlıktan aydınlığa çıkardığı eşsiz bir eser. İnsanoğlu sürekli bir arayış içindedir ama ne yazık ki hepimiz arayışı dışarda sürdürürüz hiç birimizin aklına gelmez içimize yüreğimize bakmak. Doğarken ağlayarak doğarız ölürken de ağlayarak mı gidelim işte tek gerçek varsa o da yaşam ile ölüm arasında ne yaptığımızdır. Bu köhne dünya kargaşası bizi niye gerçek emellerimizden böyle uzaklaştırıyor biz nerden geldiğimizi niye unuttuk yahut nereye döneceğimizi bildiğimiz halde niye bir hazırlık görmüyoruz işte "Can Veren Pervaneler"de bu nokta üzerinde yoğunlaşmış yüreğimizin pasını atacak huzur bulacağımız güzel bir liman. Divan şiirini Arap-Fars şiiri olarak gören zihniyete karşı Özümüze dönüş olarak atalarımızın bıraktığı miras olarak kucaklamak gerekmez mi ? Fatih Sultan Mehmet'in (Avnî) mahlası ile şiirler yazması, Kanuni Sultan Süleyman merhumun (Muhibbi) mahlasını kullanarak şiir yazması şiire, edebiyata verilen değerin göstergesi olarak yetmez mi bize ? Bu hayata geliş gayemizi tekrardan hatırlayarak güzele, doğruya ulaşabilme dileğiyle keyifli okumalar
Can Veren PervanelerHayati İnanç · Babıali Kültür Yayıncılığı · 20213,183 okunma
milyonların kavgasında
kara kuru bir er
gün gelip asılacaksa eğer
serin olsun şafaklar!
ey gönlü yüce dostlar
deyin ki bir ağaç dalından
dal yaprağından incinmiş
deyin ki yaşamak kavgasından
toy bir ozan kesilmiş
Yalnızlığın yarattığı bir insan: Sait Faik ABASIYANIK
Yani yalnızlığı bazen şöyle düşünürüz;
-Yalnızlık kötü bir şey.
Hayır aksine o kadar da kötü bir şey değildir, bazen yalnızlık iyi bir şeydir. Eğer Sait Faik bu yalnızlığı hissetmeseydi bu öyküleri de üretemezdi. Aslında hepimiz yalnızız ama sorun bu yalnızlığın biz de ne uyandırdığı. Sait
Yıl 2009, annem ile oturmuşuz bir gece vakti, Beyaz Show izliyoruz. Bir şair/yazar varmış konuğu. Hiç de duymuş değilim adını, sözde kitapseverim ya nasıl duymam demek ki çok da iyi yazar değilmiş diyorum. Sevgili Sunay Bey Kız Kulesini çok severmiş;
("Boğaz'dan geçen gemilere
engel olmasın diye
İstanbul'un saçlarını toplayan
beyaz bir
Milton ve Shakespeare’le birlikte İngiliz edebiyatının üç devinden biri olan Geoffrey Chaucer tahminen 1340-43 yılları arasında doğmuştur. Babası John Chaucer adında bir şarap tüccarıdır. Chaucer adının geçtiği ilk yazılı belge Ulster kontesi Elizabeth’in 1357 tarihli harcamalar defteridir. Bu defterde, bu isimde bir içoğlanına (page) elbise
Hüzün kokan şarkılar vardı geceme eşlik eden,
Bir yandan da bıçağını bileyen,
Hazırlık yapıyorlardı sinsice,
Hasret yaralarını deşmeye yeltenircesine,
Oysa yoldaş bellemiştim boynu bükük yalnızlığıma,
Dost eylemiştim zincirli sırlarıma.
Bide hasret kokan insanlar vardı,
Kokusu buram buram kaybolan,
Gözden, gönülden ırak olan.
Hangisi daha acıydı ?
Yaraları deşen şarkılar mı,
Yüzüstü bırakıp giden insanlar mı,
Yoksa prangalı yalnızlığım mı ?