1603 yılında padişah olan Sultan I. Ahmed kardeşlerini öldürmeye lüzum görmedi ve 1617'de vefatından sonra, oğulları bulunduğu halde, bunlar yaşça küçük olduğundan kardeşi Sultan I. Mustafa tahta geçti. Böylece ilk defa bir padişahın yerine oğlu değil, kardeşi geçiyordu. Bu fiilen Osmanlı veraset telakkisinin değişmesi demekti. Çünkü Osmanlılarda o zamana kadar muayyen bir veraset prensibi olmamakla beraber, tahta hep önceki padişahın oğlu geçerdi. Sultan I. Ahmed'den sonra, hanedanın ‘erşeď (akıl sağlığı yerinde) ve 'ekber' evlâdının padişah olması hükmü getirildi ve ondan sonra bir-iki istisna dışında şehzâde katledilmedi. Ne var ki şehzadeler sancağa çıkarılmıyor, dolayısıyla halkla temas kuramıyor, tabii devlet yönetiminde de tecrübe kazanamıyordu. Kendilerine tahsis edilen dairede yarı hapis hayatı yaşıyorlardı. Bu yüzden çoğunun sinirleri harap oluyordu. Doğaldır ki, bileğinin hakkıyla padişah olma dönemi kapanınca, şehzade eğitimi de tavsamış, yetersiz padişahlar dönemi de böylece başlamıştı. Sultan I. Ahmed'in getirdiği veraset sistemi, 1876 tarihli Kanun-ı Esasî'ye girdi. Bir ara Sultan Abdülaziz ve daha sonra Sultan II. Abdülhamid bu usulü değiştirerek tahta genç ve dinamik kimselerin geçmesini sağlamak maksadıyla eskiden olduğu üzere ve Avrupa hanedanlarındaki gibi babadan oğula intikal eden bir veraset usulü kurmak istedilerse de başaramadılar.
"Ahmet Şerif İzgören'in yaşadığı ve İngiliz profesörlerden haftalarca öğrenemediğim şeyi bir taksiciden 5 daikada öğrendim diye tarif ettiği bir hayat dersi...
"Toplantıya gideceğim. Baktım geç kalma ihtimalim var, bindim bir taksiye, muhabbetçi bir arkadaş. O anlatıyor ben dinliyorum. Tam işyerinin önüne geldik. Ankara'da
"Ne zaman unuttun sevmeyi beni?
Kaç aşk geçti üzerimizden?
Sevdin mi benden sonra yoksa kandırdın mı kendini?
Benim kadar yakınlaştın mı onunla?
Biz oldunuz mu??
Bir mağazada bekledi mi o da seni saatlerce?
Hala şımarık mısın yoksa aklın başına geldi mi?
Var mı bir son durağın?
Kalbin garını buldu mu?
Ben sevemedim senden sonra ve bizim dediğimiz şarkıları dinleyemedim.
Adını duyduğumda başka şeyler düşündüm hep ve kaçarken yakalandım hep sana... "
"Affet, çünkü sandığın gibi hiç gitmedim belki de, hep yanı başındaydım. Kendimi hiç bu kadar değersiz hissetmedim. Yine de kaç gece rüyalarımda hep sana geldim, izini sürdüm. Seninle yol teptim. Görmediysen, aynı rüyaya düşmediysek, affet..
Aklına gelen, benden sana bir yutkunma olarak kalan, ağır bir yük gibi belki de başka kalplere taşıdığın her şey için, affet beni..
Üşümüş parmak uçlarınla tuttuğun, arada bir ağzına götürüp getirdiğin sigaraya bakardım gizli gizli. Ama bir rüyadaydım, yanına gelemezdim, beni affet..
Kucaklayıp sarılmak isterdim. Ama gelemezdim. Gelemediğim tüm yıllar, bir rüyayı gerçek kılamadığım için beni affet..
Çok istedim, çok diledim ama yapamadım. Bir sabah habersizce çekip gittim dünyandan. Biliyorum, ömrün beni beklemekle geçti. Bu yükü daha fazla tek taraflı çekemedim. Heba ettim yılları. Ilık ılık sevdiğim, zamansız gittiğim, dünyaya sustuğum, içime attığım. Affet..
Dünya iyi bir yer değildi. İçimi yalnız sana açtım. Bir iplik gibi yalnız sana çözüldüm. Düğüm düğüm geçen yılların, dönüp dönüp durduğum bu bitmez tükenmez rüya için, affet beni...”
~
❝
Kaç kere avuçlarımda mahsur kaldım.
Birkaç kış geçti Pollyanna
Ben hep mahzun kaldım.
Kocaman bir kardanadam yaptı içime bir çocuk şair
Tuhaf şarkılar mırıldanarak..
❞
~
Anladım ki hiç kimsenin kendinden başkasını sevesi yok,
Bu gidişle de hep kendimizi seveceğiz.
-Duygusal açlık, doygusal açlık sorununun önüne geçti.-
Ne savaştan, ne hastalıktan, ne de afetten,
Yapayalnız sevgisizlikten öleceğiz.