“Atatürk’üm eğilmiş vatan haritasına
Görmedim tunç yüzünde böylesine geceler
Atatürk n’eylesin memleketin yarasına
Uçup gitmiş elinden eski makbul çareler
Nerde İstiklâl Harbi’nin o mutlu günleri
Türlü düşmana karşı kazanılan zaferi
Hiç sanmam öyle ağarsın bir daha tan yeri
Atatürk’üm ben ölecek adam değildim der
Git hemşehrim git kardeşim toprağına yüz sür
O’dur karşı kıyıdan cümlemizi düşünür
Resimlerinde bile melûl mahzun görünür
Atatürk’üm kabrinde rahat uyumak ister”
-Birini bekliyorsunuz.
Bilal önüne baktı.
-Haklısınız. Kendimi bildiğim günden beri bekliyorum. Onu nerede, nasıl arayacağımı bilemediğim için.
-Sizce o da sizi arıyor mu?
Bilal buruk bir sesle cevap verdi, başı önünde.
-Hiç sanmam, ama beklemek zorundayım.
Kadın alçak bir ses tonuyla cevap verdi.
-O da sizi aramaya çıkmadıkça buluşmanız zor.
Bir an duraksadı.
-Belki de kendinizi ona duyuramadınız.
Bilal başını salladı.
-Belki, ama gelmeyecek de olsa beklemek zorundayım, yoksa yaşayamam.
-Beklerken yaşayabiliyor musunuz?
ASAF HALET ÇELEBİ “YENİ”NİN, YENİLİĞİN PEŞİNDE KOŞUYOR
Asaf Halet Çelebi (1907-1958)
Sizi de anlamadılar bu toplumda, bu ortamda. Anladılar da işlerine gelmedi, belki.1907’de doğmuşsun İstanbul’da, sanırım Beylerbeyi’nde Asaf Halet Çelebi. Yaşçaçoğumuzdan büyüktün, S.E.S. dergisi, o güzelim sanat dergisi çıktığı sıra. Hemen hemenaynı
Kentin erkekleri, iki gün sonra Jefferson'daki tüm saatler bir saat ileri ya da geri alınacak, deseler, hiç aldırmazlardı; işte seçimi de daha fazla önemsediklerini sanmam. Belki bir seçim yapılacağından bile haberleri yoktu; yarın ilçedeki tüm erkeklerin ceplerinde tabancaları, atlarla, arabalarla Jefferson'a doğru yollara düşeceklerini, Burden'ların zenci seçmenlerini şimdiden kentin kıyısındaki bir çırçır fabrikasında toplayıp başlarına nöbetçi diktiklerini de bilmiyorlardı belki. Aldırdıklarını bile sanmıyorum. Çünkü babamın dediği gibi, kadınlar, üstleri yazılı bir yığın küçük kağıt parçasının bir kutuya atılmasıyla karara bağlanan herhangi bir şeyin doğru ya da yanlış, hatta çok önemli olabileceğine kesinlikle inanmazlar.
Plautus'un bir komedyası oynanırken, kölelerin keyif le gülüştükleri bir sırada, siz filozof kılığıyla ortaya çıkar da Seneca'nın Octavia'da Neron'a verdiği dersi okursanız, alkışlanacağınızı hiç sanmam. Halka böylesi bir gülünç tra gedya sunmaktansa, sessiz bir rolde kalmanız daha yerinde olur. Okuduğunuz parça oyundan yüz kat daha değerli de olsa, bu olmayacak ekleme her şeyi bozar. İyi bir oyuncu hangi rolü oynuyorsa, bütün ustalığını o rolü tam gereğince oynamakta kullanır; parlak bir söylev çekebilmek için oyu nun bütünlüğünü bozmaz.
Susuyordum. Oysa onlara acılarını unutturmak için bir şeyler yapmam gerekirdi. Acı çekiyorlar mı? Sanmam. Acıyı yürek çeker. Bunlar güçlüdür. Amcam öğretti bunlara güçlü olmayı. Yaşamayanların sarsılmaz güçlülüğü. Bu güçlülük art arda başarılar getiriyor insana. Aysel eczacı oldu. Dükkân açtı. Kocasız kaldı. Hepsi güçlülüğündendir. Kalfa kasaya yaklaştırılmıyor. Kasayı bazen yengem bekliyor. Aysel bir Madam Curie saltanatıyla süzüm süzüm süzülüyor. "Hayırlı bir kısmet çıkmadı." Çıkar mı hiç! Çıksaydı ne olurdu? Bu ufak tefek heykel "Seni seviyorum." diyebilir mi birine? Diyemez, onuruna dokunur.
Rabbim Hakkımı al benim haksızdan,
Ekmek demeden emek verdiğim
Hakkımı al benim haksızdan,
Gökte hilal var, on dört aralık
Hakkımı al benim haksızdan,
Gecenin kuşları gibi uzakta
Uçmuş da yuvaya hiç dönememiş
Kalmış bir yerde kim bilir nasıl