Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Televizyon şakıyınca başını kaldırıp baktı. Alper'e okulunun yeşilliklerini anımsatan ormanlık bir alanda mavi gözlü bir siyah kuş... Arka vokallerde görünen ve görünmeyen sayısız canlının sesi... Mavi gözlü siyah kuşun diğer sesleri bastıran ötüşü... Doğanın sahnesinde doğanın şarkısını söyleyen rengârenk kuşlar... Alper'i öykündüren
Sayfa 83 - Sözler: Soruyor ne imiş aşkta mukadderKitabı okudu
"İlk görüşte pek büyük, pek hayranlık verici olup da yavaş yavaş daha az hayretle bakılmayan hiçbir şey yoktur," diyor Lucretius.
Reklam
türkler ingiliççeye farkında olmadan katkıda bulunuyor.. (=
Şaşırtıcı bir biçimde, mağlup etmek (defeat) fiili, İngilizcede ilk kez 16. yüzyılda bozmak (unmake), yaptığını geri almak (undo) ya da yıkmak (destroy) anlamında kullanılmaya başlandı. Sözcüğün askeri mağlu­biyet anlamına gelen ilk kullanımı ise 1562 yılına tekabül etmek­tedir. Oxford İngilizce Sözlük askeri mağlubiyet anlamını bu cüm­leyle örneklendirir: "J. Shute Combine's Turk. Wars: Beyazıt'ın or­dusu mağlup edildi ve Timurlenk tarafından ele geçirildi."
Sayfa 125Kitabı okudu
ingilizce sıkılmak fiilinin kökenine dair..
Oxford İngilizce Sözlük, sıkılmak fiilini 1750 yılından sonra ortaya çıkan (1755'te derlenen Johnson Sözlüğü'nde bu fiil bulunmamaktadır) psikolojik bir tanım olarak verir. Sözlüğün delmek anlamına gelen bore kelimesi ve Fransızca dolgu maddesi anlamına gelen bourre kelimesiy­le bağlantı kurma çabalarına dikkat çekmesine ve bunları yalanlamasına rağmen, bu kelimenin açık bir etimolojisi yoktur. Bu terimin yazılı olarak ilk ortaya çıkışı 1768 yılında Earl Carlisle'in özel bir mektubun­ da şunları söylemesiyle olur: "Fransızların sıktığı Newmarketli arkadaş­ lar." 1778 yılında "sıkan şey" anlamına gelen sıkılmak; 1812 yılında "sı­kan bir insan" anlamına gelen can sıkıntısı (aslında bu kelime 18. yüzyıl­ da bu anlamda birçok kere kullanılmıştır); 1864'te de isim halinde can sıkıntısının ortaya çıkması.
Sayfa 123Kitabı okudu
Tevbe Suresi 112. Ayet
112. O tövbekârlar, ibadet edenler, hamdedenler, dünyada yolcu gibi yaşayanlar, rükûa varanlar, secde edenler, iyiliği teşvik edip kötülükten alıkoyanlar, Allah'ın sınırlarını gözetenler; müjdele o müminleri! ["Dünyada yolcu gibi yaşayanlar" şeklinde tercüme ettiğimiz es- sâihûn kelimesinin sözlük anlamı "seyahat edenler" olup bunu esas alan değişik yorumlar yapıldığı gibi, "Ümmetimin seyahati oruçtur" meâlindeki hadise dayanılarak "oruç tutanlar" şeklinde de yorumlanmış ve seyahatle oruç arasındaki benzerlikler üzerinde durulmuştur. Bazı ilk dönem müfessirleri bir başka hadise dayanarak aynı kelimeye "cihad edenler" anlamını vermiştir. Tercümemize esas olan düşünceyi de şöyle özetlemek mümkündür. Bu dünyanın fâni olduğunu unutmayanlar, ömür sermayelerini olabildiğince ebedi mutluluğa yatıranlar, dünya hayatlarını hep bir yolcunun şuuru içinde yaşarlar; bu ebediyet yolcuları, kelimenin yorumunda zikredilen güzel davranışlar içinde bulunurlar.]
Sayfa 204Kitabı okudu
İslamın ilk dönemlerinde tasavvuf kelimesi yerine zühd kullanılmıştır. Sözlük anlamı itibariyle ilgi duymamak, değer vermemek, küçümsemek, terketmek demek olan bu kelime Kur'an-ı Kerim'de yoksa da Hz. Peygamber'in hadislerinde geçmektedir. Zühd terim olarak dünyayı ahirete, maddeyi manaya tercih etmemek, bedenin arzularından çok kalbin ve ruhun isteklerine kulak vermek demektir.
Reklam
*Mars : Yunan, tanrısı Aresʼin Roma dinindeki karşılığıdır. Romaʼnın savaş tanrısıdır ve savaş tanrısı olarak saygı ve tapkı görür... Yılın ilk ayı sayılan mart ayı hem adını taşır, hem de kendisine adanmıştır. Bu ay içinde şerefine kutlanan bayramlarsa birer bahar bayramıdır ve tanrı burada toprak bereketini simgeler.
Sayfa 199 - Remzi Kitabevi - MarsKitabı okudu
Divanu Lugati't-Türk
Kaşgârlı Mahmud'un eseri Divânu Lügati't-Türk ise 466/1074'te tamamlanmış, 470/1077'de bu sırada Selçukluların korumasında bulunan Bağdat'ta Abbasi Halifesi Muktedi-Billah (1075-1094)'a takdim edilmiştir. Abbasi halifesine sunulmuş olmakla birlikte Doğu Karahanlı kültür dairesine ait bir eserdir. Divânu Lügati 't-Türk, isminden de anlaşılacağı üzere, Türk lügatlerinin bir nevi Divânı olup, Türk şive ve ağız malzemesini içine alacak bir sözlük olarak düşünülmüştür. Fakat sonuçta eser, Türk dili ve kültürü için tam manasıyla bir hazine hüviyetini kazanmıştır. Divânu Lugati't-Türk, Türk milletinin yüceliğini anlatmak, Türk dilinin Arapça'dan geri kalmadığını göstermek ve Araplara Türkçe'yi öğretmek için kaleme alındığından Türkçe'den Arapça'ya bir sözlük şeklinde tertip edilmiştir. Eserin yalnızca madde başları Türkçe, açıklamaları ihtiva eden kısımlar ise Arapça'dır. Madde başı olarak alınan kelime sayısı 8.000 civarındadır.
Aslında size olan saygım o kadar büyük ki, ilk defa karşılaştığımız zaman, içinde birlikte bulunduğumuz çevreden edindiğim izlenime göre, eskimiş bir dil ve modası geçmiş bir anlatımla size derdimi anlatmayı yetersiz buldum ve hemen bir sözlük bularak bu satırları yazarken yanımdan eksik etmemeyi, sizi sıkmadan size seslenmeyi kendime bir görev saydım.
Söylemeden geçemeyeceğim, 2008 yılında bir şarkı da bu Golgota'dan geldi. Rob Halford (d.1951) isimli bir İngiliz'in ""doom metal' yapan müzik grubu"nun ""Crucible' albümünde yer alan harika parça"ymış Ekşi Sözlük'e göre. (Aranızda sosyoloji doktorası yapmaya niyetlenenleriniz varsa, tez konusu olarak Ekşi Sözlük'ü düşünün derim, yavrum, Türkiye'nin asimilasyon sürecine ayna tutarken, kültürel zaaflarımızı da mükemmelen yansıtan antoloji niteliğindedir.) "Doom metal" neymiş diye baktım, genellikle karamsar ve hüzünlü duygu uyandırmayı amaçlayan, yavaş tempolu "heavy metal"miş. Belirgin özelliği, "1980'lerde ortaya çıkan 'speed metal'deki aşırı hıza tepki olarak doğan yavaşlığı." İyi ya. İlk iki kıtasını unutulmayan, unutturulmayan Hıristiyan unsurlarını göresiniz diye çeviriyorum, özgün liriklerin tamamıs arkada: "Golgota, iblis mukaddes suyun tadını aldı/ kayıp çocukların ellerinden tutman lazım/ mezarından kalk dikil/ onları vadedilmiş toprakların ateşinden geçir/ artık bir araya geldik/ bir işaret bekliyoruz hepimiz/ sonsuza dek beklesek de/ inanırız biz mukaddese..." Bu da böyle. Her neyse.
Reklam
Umarım bu büyülü, tılsımlı, şeytanlı muhabbetten sıkılmıyorsunuzdur, yavrum. Ben sıkılıyorum, itiraf edeyim. Gelin görün ki, ister Washington'u mesken tutan deist ya da farmason kurucular, ister New England'da mukim İngiliz Püritenleri olsunlar, ABD'de insanların akıllarını "şeytanla" bozmuş oldukları bir dönem yaşadıklarını bilesiniz. Aslına bakarsanız bu durum aynı dönemde Avro-Amerikan medeniyetinin bütünü için de geçerlidir. Shakespeare'i hatırlayın, hemen hiçbir oyunu yoktur ki doğaüstü olaylara bir biçimde yer vermesin. İncil ki, tartışmasız en çok satan ki- tabıdır dünyanın, 1650'lerde Hazreti Süleyman'ın Ars Goetia'sı çıkıncaya kadar 1487 tarihli "Malleus Maleficarum" denilen bu bu büyü kitabının İncil'den daha fazla sattığı söylenir. ("Büyü" kelimesini, sözlük anlamında yani "doğa kanunlarına aykırı sonuçlar elde etmek iddiasında olanların başvurdukları gizli işlem ve davranışlara verilen genel ad, afsun, sihir, füsun, bağı" manasında kullandığımı da belirteyim de yanlış anlaşılma olmasın.) Eski Yunan'da, Eflatun'da, Sokrat'ta var, hatta "demonoloji" diye bilinen ilk sistematik cinler bilimini kuran Plutarkos'un (45-120) kitabının 16'ncı yüzyıldan 19'uncu yüzyıla kadar Roma Katolik papazlarının "cin çıkarma" seanslarının el kitabı olduğu söylenir.
Annenin bebeğinin acısını dindirebilme yetisini “kapsama” terimiyle ilk tanımlayan kişi, psikanalist W.R. Bion’du. Unutmayın bebeklik çağı cennet değildir; dehşet zamanıdır. Bebekliğinizden tuhaf, yabancı bir dünyadayızdır; doğru dürüst göremeyiz ve bedenlerimize sürekli şaşarız; açlık ve gaz ve bağırsak hareketleri yüzünden sürekli tetikteyizdir ve duygularımızla başa çıkamayız. Sözlük anlamıyla saldırı altındayızdır…
Sayfa 82 - Domingo YayıneviKitabı okudu
*Hera : Homeros destanlarında “inek gözlü” , “ak kollu” ya da “altın tahtlı” diye nitelenen Hera (yahut Here) tipik bir Grek tanrıçasıdır. Efsaneleri hep bir kavga, kin, hınç ve geçimsizlik havası yansıtan sevimsiz bir tanrıçadır. (2) Efsaneleri : İlk ve en büyük kurbanı, Alkmene’in Zeus’tan doğurduğu Herakles’tir.
Sayfa 135 - Remzi Kitabevi - HeraKitabı okudu
*Hephaistos : Zeus ile Hera’nın oğludur, ama bir efsaneye göre, Hera onu kendi kendine doğurmuştur. (2) Niteliği : Hephaistos hem topaldır hem çirkin. Bu niteliğiyle Olympos tanrıları arasında tektir, bu yüzden de hor görülür tanrılarca. (3) Efsaneleri : Hephaistos Erikhthonios efsanesinde de rol oynar. İlk kadın Pandora’nın bedenini kilden yontan odur. Prometheus’u Kafkas dağının tepesine o çıkartır.
Sayfa 134 - Remzi Kitabevi - HephaistosKitabı okudu
*Hektor : Anadolu’nun ilk ulusal kahramanıdır. İlyada Hektor’u hem savaşta bir kahraman, hem de günlük hayatında bir insan olarak canlandırır gözümüzün önünde. (1) İnsan Hektor : Çevik ayaklı, oynak tolgalıdır, tanrısal, Ares’in dengi, Zeus’un sevdiği, giderek Zeus gibi akıllıdır. Troya şehrinin koruyucusudur. Hektor, onun içindir ki oğluna “Astyanaks” (şehrin efendisi) adını takmıştır halk. Hektor herkese karşı yumuşak davranır, bir kızdığı, azarladığı Paris’tir, kafasızlığıyla şehrin yıkımına sebep olan adam. (2) Kahraman Hektor : Ordulara yön vermek, güven aşılamak, güç esinlenmek hep ona düşer. Hektor’un kahramanlık dramı Sarpedon’un ölümünden sonra başlar asıl.
Sayfa 126 - Remzi Kitabevi - HektorKitabı okudu
400 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.