Onu dudaklarından sertçe öperek, başka bir şey söylemesine engel oldu. Sonra birden uzaklaşarak, "Az önce yaptığın Mor Kar Küresi nerede?" diye sordu.
Yanlarındaki masayı işaret eden Julia, o içkiye elini sürmeyeceğine yemin eden Clay'in, ne planladığını çok merak ediyordu.
İçinde mor içeceğin durduğu bardağa uzanan Clay, bardağı
Sonra dolu gözlerle Nisan'ın girdiğini gördüm. Onu görünce benim de gözlerim doldu, neden bilmiyorum, onu çok kısa
tanımıştım ama birbirimize öyle muhtaçtık ki aramızdaki bağ çok farklıydı. Nisan'ın elini tutan elin sahibi Eren'di ve onun da gözleri doluydu. Sonra Bulut girdi, içinin bunalmışlığı yüzüne vuruyordu, bana gülümsemeye çalışarak elini kaldıdı ve selam verdi. Ona gözlerimi kırparak karşılık verdim.
Sonra içeri Uraz ve Araz girdi. O an hissettiğim şeyin tarifi yoktu ashında. Uraz'ın Araz'a kavuşmuş olması, şu an burada yan yana olmaları ve bu kadar benzemeleri inanılmazdı. Uraz'ın kıpkırmızı gözleri şu an bu odada dikkatimi en fazla çeken şeydi. Gözleri neden kırmızıydı? Ağlamış mıydı? Üzgün müydü? Öfkeli miydi? Bana baktı ve
göz kırptı, ona iki gözümü birden kırparak karşılık verdim
İşte "herkes" buradaydı. Hayatımdaki herkes...
Dudakları tekrar benimkileri kapatmıştı, ateşli ve sertti. Nefes alamıyordum. Eğer Jude'un beni şimdi öptüğü gibi onu öpemeyeceksem almak da iste- miyordum zaten. Tek bir öpücükle tutkusunu, sevgisi- ni ve sahipleniciliğini bu derece hissettirebiliyor olması inanılmazdı.
"Biraz yardım," dedi nefes nefese, dudaklarımız ay- rıldığında. Eli benimkini kavradı ve gömleğinin üst düğmesine götürdü. "Eğer bu işi hastanede bitirmek istemiyorsan tek elimi direksiyonda tutmak zorunda- yım." Kelimeleri gergindi, tıpkı şimdi konuşacak olsam benimkilerin de olacağı gibi. "Seni hissetmek istiyorum, Luce," dedi parmaklarım ne yapmaları gerektiğini unut- tuğunda.
İki elimle çabalıyor olsam da, uzun bir öpücüğün ardından ilk düğmeyi ancak açabilmiştim. Jude ile ya- kınlaşmak hariç her konuda yetenekliydim. İşte şimdi işe yaramaz, beceriksiz bir sinir ve eklem yığınına dö- nüşmüştüm. Ben işi halledene kadar eyalet sınırına ula- şacağımızı düşünüp onu öpmeyi kestim, odaklanmaya ihtiyacım vardı. Birazcık daha.
Bana bakış şekli neredeyse işe yaramaz hissetmeme neden oldu. Gözleriyle aktarmayı becerdiği duygular her zaman beni etkiliyordu, her ne yapmaya çalışıyor olursam olayım.
"Bunun güvenli olduğundan emin misin," diye sor-
dum, kendimi kontrollü bir nefes almak için zorlarken.
Onu tekrar öpmeye başlamadan önce...
Kayışın sesi verdiği acı kadar kötüydü neredeyse. Kayış tekrar indi. O kayışı sallayan bir makineydi sanki babam. Bir mezarın içinde olma duygusunu anımsıyorum. Kayış bir daha indi ve bu sonuncusudur mutlaka diye düşündüm. Ama değildi. Tekrar indi. Ondan nefret etmiyordum. İnanılmazdı sadece, tek isteğim ondan uzak olmaktı..
Kitaplar hayatımdaki en önemli şeydi. Duvar-ekranlı dev televizyonlar, televizyondaki insanların benimle konuşacağı ve elimde senaryo olursa iştirak edebileceğim fikri kadar fütürist ve inanılmazdı.
Hudson, gögüslerımi okşayarak bacaklarımın arasından tüm sertliğiyle kapılarıma bastırmaya başladı. Darbeleri daha sertleş- tiğinde ve her selerinde biraz daha güçlendiğinde inleyerek daha fazlasını bekledim ama henüz olmasını istediğim yerde değildi.
"Hudson." Bu biraz yalvarma, biraz ağlama gibiydi. "Lütfen, sana ihtiyacım
Her kelimeyle daha derine, daha derine ulaşıyordu. "Sen. Tanrım. Sen, çok seksisin. Beni mahvediyorsun. Geliyorum," derken aynı anda birlikte gelmeye başladık. Beni sarsarak ve inleyerek geliyor- du. Gözlerim, gözlerine kenetlenmişti ve kalçaları kalçalarıma sert- çe vurmaya devam ediyordu, Sonra görme gücümü yitirmeye baş- ladım. İsmi