İnsanların sürekli anlattıkları dertlerin arasında kaybolmaktan, kafamı kitaplara gömerek kaçıyorum. Ve ben hâlâ Martin Eden'in intihar etmeseydi nasıl bir sonu olurdu, onu merak ediyorum.
Hayatta hiç pişmanlıklarınız oldu mu? Keşke geriye dönme fırsatım olsaydı da şunu da şöyle yapsaydım dediğiniz anlarınız var mı? Eğer varsa ve bu duyguları bazen yoğun bir şekilde yaşıyorsanız bu kitabı öneririm.
Nora'nın hayatında hiçbir şey istediği gibi gitmiyor hatta yolunda giden tek bir şey yok. Varlığı gereksiz ve hiç kimsenin ona nokta kadar ihtiyacı yok. ( Gerçekten öyle mi acaba?) Abisi onunla konuşmuyor, işinden kovuluyor, kedisi ölüyor ve ders verdiği öğrencisi de dersi bırakıyor ve Nora sürekli kafasında geçmişte aldığı kararlar ile savaş halinde. Birşeyleri farklı yapsa bugün nerede olacağı nasıl bir konumda olacağı aklını kurcalayıp duruyor.
Ve Nora kötü bir karar alıp intihar ediyor ve hikayemiz de tam olarak burada başlıyor.
Gece Yarısı Kütüphanesi... Sonsuz sayıda kitap ve her biri Nora'nın alternatif başka başka hayatlarını anlatıyor. İstediği hayatı seçmekte özgür deneyip beğenmediğinden çıkma hakkı var. Ancak vakti azalıyor, doğru hayatı bulması lazım...
Kitabı beğendim, okunur ve dediğim gibi eğer gerçekten yoğun pişmanlıklar içerisine olan kararlarınızı sorgulayan ve sürekli ya şunu seçseydim ya bunu böyle yapmasaydım nasıl olurdu diye düşünen birisi iseniz evet size iyi de gelebilir. Ama ben aşırı övüldüğü için çok yüksek beklentilerle okudum ve bu yüzden de aşırı aşırı bayılmadım. Vermek istediği mesaj bana tam olarak geçmedi beni ikna edemedi kitap tam olarak diyeyim. Bir puan vermek gerekirse de 10 üzerinden 7 diyebilirim.
... Belli ki adam vazgeçmişti. Çöpte zaten hep vazgeçilen şeyler olurdu, işlerine yarayanı neden çöpe atsın insanlar? Onların işine yaramayanları ben alıp işe yarar hale getirmeye çalışıyordum. O yıllardan bir intihar mektubu var bulduğum. Hâlâ saklıyorum. Adam bileklerini kesmeden önce yazmış. Bulduktan sonra kaldırıma oturup ağlamıştım tanımadığım adama. i
İntihar etmiş adamın mektubunu çöpe atmak aklıma allak bullak etmişti. Hâlâ düşünürüm, insanlar buldukları intihar mektuplarını ne yaparlar? Saklamak kendime, atmak gidene haksızlık. Ben o adamın mektubunu hâlâ açar arada okurum. "Yapamadım, alışamadım" demiş. Ben de alışamadım, ama bileklerimi de kesemedim. Bir gün intihar edersem geride mektup bırakmayacağım.
Kitabı okuyup bitirdiğimde daha en başından beri hatırladığım Binnur Şafak’ın kitaplarının aklıma üşüşmesinin boşuna olmadığını anladım. Aynı küçük punto, bolca betimleme ve nihayetinde soru işaretleri ile biten bir final. Dip Serisinin ilk kitabı, yazarın son sayfadaki notu seri devam ettikçe karakterleri de yeniden göreceğimiz...
Şimdi bunu
Daha önce "Öğrenci Kız" adlı öyküsünü okuduğum bir yazar Dazai. Ve Dazai'nin hayatını okuduğumda bu kitabı daha iyi anladım ve ruh halini daha iyi tahlil edebildim. Kendi hayatıyla Yozo'nun hayatında pek çok benzerlik var. Kendi intiharından az bir zaman önce tamamladığı bu kitabı aslında bir veda mektubunun sonunu oluşturuyor. Yozo'nun başına gelenleri okurken aslında Dazai ile (gerçek ismiyle Şuci Tsuşima) tanışmış ve vedalaşmış oluyoruz.
Yozo kendi oluşturduğu ve kendinden ayrı tuttuğu "soytarı" rolünü, bir ikinci kişilik gibi sergiliyor. Ailesiyle, arkadaşlarıyla ve diğer insanlarla birlikteyken sık sık bu soytarı rolünü sergilemekten geri durmuyor ve bu rol ile var olmaya çalışıyor.
Soytarı rolünün aslında kendisine ağır bir yük olduğunu şu alıntıyla görüyoruz:
"Görünürde her zaman gülümsüyor olsam da içeride çaresiz bir mücadeleyle debeleniyordum, bir ipte yürüyordum, ter içindeydim, onları eğlendirdikçe felaket ihtimali her an yaklaşıyordu."
Ciddi şeyler söylediğinde dikkate alınmadığı için her şeyi alaya, komikliğe vuran karakterimiz giderek daha fazla içine çekiliyor. Başarısız intihar girişimleriyle, onun tabiriyle "utanç" dolu bir yaşam sürmeye çalışıyor. Ve bu utanç dolu yaşamı nihayetinde sona erdiriyor. Kitap sona erdiğinde, acaba daha farklı bir hayatı olabilir miydi, diye düşünmeden edemedim. İçinde bulunduğu sıkıntılı durum ve içsel bunalımlarının oradan oraya sürüklediği, yanlış şeylerin peşinden gidip yine kendisine zarar verecek bağımlılıklara sahip olmasaydı acaba nasıl olurdu? Belki de bu kitabı hiç okumamış olurduk.
GECE YARISI KÜTÜPHANESİ MATT HAIG
"Kendime yalnızlıktan daha iyi bir dost bulamadım."
“Neye baktığın değil, ne gördüğün önemlidir.”
"Ne kadar dürüst olursan ol, insanlar ancak kendi gerçeklerine en yakın olan şeyleri görebilir."
Kitabı çok kez duydum. Okurların çoğu tarafından beğenilen bir kitap. Eğer işiniz yoksa bir iki
Not: Bu inceleme, bir incelemeden çok daha fazlasıdır.
Yazım uzun olduğu için ve anlaşılma kolaylığı sağlamak adına sekiz bölüme ayırdım ve böylece daha ilgi çekici olduğunu düşündüğünüz yerlere gidip okuyabilirsiniz:
– Giriş
– Kitapla İlgili Düşüncelerim
– Nietzsche'nin Ailesinin Sağlık Geçmişi
– Nietzsche'nin Sağlık Geçmişi
– Turin
İnanç kesinlikle kötü bir şeydir çünkü savunma gerektirmez, kanıt kaldırmaz. Çocuklara sorgusuz inancın bir erdem olduğunu öğretmek, onları gelecekteki cihat ya da haçlı seferleri için potansiyel bir ölümcül silah olarak büyütülmek için (bulunması zor olmayan diğer malzemeleri de ekleyince) hazır hale getirmektir. Bir şehit olarak cennete gideceğinin vaadiyle korkuya karşı bağışıklandırılan hakiki inanç-kafa, silah tarihinde, uzun yay, savaş atı, tank ve misket bombalarıyla birlikte yüksek bir yeri hak eder. Eğer çocuklara sorgusuz inancın üstün bir erdem olduğunun öğretilmesi yerine, sorgulama ve inançlarının üzerinde düşünmeleri öğretilseydi, hiç intihar bombacısının olmayacağını söylemek iyi bir bahis olurdu. İntihar bombacıları yaptıkları şeyleri dini okullarda kendilerine öğretilen şu öğretilere gerçekten inandıkları için yaparlar: Tanrıya karşı olan ödev tüm diğer önceliklerin ötesindedir ve onun hizmetinde şehitlik Cennet bahçelerinde ödüllendirilecektir. Ve onlara bu dersin aşırıcı fanatikler tarafından öğretilmesi şart değildir, terbiyeli, yumuşak ve merkezdeki dindar eğitmenlerce de öğretilir. Bunlar çocukları medreselere doldurur, sıralar halinde oturtur ve kutsal kitabın her kelimesini tıpkı kaçık papağanlar gibi ezberletene kadar masum küçük kafalarını ritmik biçimde bir yukarı bir aşağı sallatırlar. İnanç çok ama çok tehlikeli olabilir ve onu masum bir çocuğun savunmasız zihnine aşılamak çok büyük bir yanlıştır.
Okuması bir o kadar zor ama çarpıcı kitapları ben seviyorum. Yazarın ve ‘ben roman’ olarak kaleme aldığı ana karakterin hikayesi çok acı ve tüm hayatı zorluklarla dolu. 1900lu yıllarda Japonya nasıl bir yermiş ki, diye düşünmeden edemedim. Ben Japonya’yı ve Japon kültürünü hep çok ilginç bulan ve araştıran biriyim. Saygı duyduğum ve garip bulduğum çok yönü olmakla beraber, günümüzde bile devam eden intihar vakaları için, hep, inanç noktasında, acaba İslam’ı hakiki manada tanısalar, o insanlar ne olur ya da Japonya nasıl bir yer olurdu diye çok kez merak etmişimdir. Bu kitapta da yine aynı soruyu sordum kendime. Her insana hitap eden bir kitap değil ama insanların okuyup dünyada neler olup bittiğinden haberdar olmasını ve dertlerini gözden geçirmesini isterdim.
Rüyamda sabah namazı saatinden sonra bir çatı gibi yerden atlamışım amacım kaçan iki adama soru sormaktı. Atlarken ne düşündüm bilmiyorum çünkü adamlar tehlikeli mafyatik tipler çıktı. Sırtı dönüktü o an bana dönüşünden kötü bir olduğunu hissettim. Bana doğru gelmeye başladı kurtulmam için ya da diğer çatıya atlamam lazımdı ya da beni yakalamasına
Matt Haig
-Spoiler var-
Hayattaki seçimlerinden dolayı mutsuz olan Nora Seed intihara meyilli bir depresyon hastasıdır. Anne ve babasını kaybetmiş hayattaki tek yakını abisidir ki abisi geçmiş yüzünden ona kızgın olduğu için görüşmek istemez. Nora’nın çalıştığı müzik mağazasındaki işine son verilmiş, kedisi ölmüş, özel piyano dersi verdiği öğrenci dersi almaktan vazgeçmiştir. Tüm bu aksiliklerin ardından depresyonun dibine vuran Nora intihar eder ve kendisini ölümle yaşam arasında olan “ gece yarısıkütüphanesi”nde bulur. Bu kütüphanede binlerce kitap, her kitabın içinde Nora’nın yapacağı seçimlere göre yaşayacağı hayatlar bulunur. Her seçtiği kitapta kendisini farklı bir yaşamda bulur. Kiminde Deniz biyoloğu, kiminde olimpiyat şampiyonu, kiminde dünyaca ünlü bir rockstar’dır.
Nora mutlu olacağı istediği hayatı bulabilecek mi?
42 dile çevrilen bu roman oldukça sürükleyici, akıcı ve vererek uyandırıcı bir kitap. Bizim günlük hayatımızda pek çok defa şöyle olsaydı nasıl olurdu acaba dediğimiz durumlar kitabın içerisinde bolca mevcut. Üç cümle ile kitabı özetleyebilirim aslında.
Kaderimizi, hayatımızı bizim kendi tercihlerimiz belirliyor.
Mutsuz ve kötü giden hayatımızı değiştirmek bizim elimizde.
Keşkeleri iyilere çevirebiliriz!
YEŞİL RENKLİ NAMUS GAZI OPERASI
«Hasan Âli Yücel, bu hikâyeyi oyun olarak yazmamı önermişti. Hikâyemi Yücel'in anısına adıyorum.»
Uvertür
Dünyanın tarihi iki milyar dörtyüz milyon yıllık deniliyor. Benim bitmemiş tarihim, şimdilik elli yıllık. Kelebeğin tarihi bir günlük.
*
Arkeologlar yeraltında yeni bir kent buldular. Bu kentte birçok