Meral, şimdi söyleyeyim, senin çocukları her dövüşünde, onlara her bağırışında, benim içerde, kendi odamda ağladığımı, çocuk gibi ağladığımı biliyor muydun? Ali’nin her, “Anne beni dövdün, dövdün ha?” diye soruşunda ben ağlıyordum.
Meral, ben çocuk gibi değil, bir çocuk adamım. Bu yanımı herkesten sakladım. İçli insanım. Sertliğim, kabalığım, belki bu duyarlılığımın, içliliğimin dışa ters vuruşu. Gazetedeki haberler beni ağlatıyor, şarkılar beni ağlatıyor. Ama kişiliğimi de bu kızgınlığıma, içliliğime, duyarlılığıma borçluyum.
Sen çocukları boyuna dövüyordun. Bundan nasıl tedirgin olduğumu bakışımla, duruşumla, sözle, ricayla, yalvararak belli ettim. Olmadı. En sonunda bigün patlayıverdim. Ama senin öyle sinirlerin bozulmuş ki... Çocuğa bundan ne? Benim dertlerim, üzüntülerim, yorgunluklarım senden az mı Meral? Nasıl dayanıyorum? Daha da dayanacağım, senin beni bırakıp gitmene bile... Bana baksan, yine dayanmam için yeterdi. Hangimiz çok dayanıyoruz? Benim kadar yorgun musun, bitik misin? 44 yaşındayım. Bu 44 yıl 10 tane 44’lük adamın çilesi içinde geçmiş, öyle de geçiyor. Kaç kişi çekmiş benim çektiğimi? Yine de gözlerimle gülmesini, dayanmasını biliyorum.
Çocuklara son zamanlarda “Allah cezanızı versin.” “Allah belanızı versin!” diye bağırmaya başladın. Bu bağırmaların, bu cezalar, belalar onlara değil, elbet banaydı. Bilerek değilse bile, bilinçaltında bana kızıyordun. Belki farkında bile değilsin. Bu içten kızgınlıklarını, türlü nedenlerle dışa vuruyordun. Beni azarlıyordun, paylıyordun. Başkalarının yanında bile yapıyordun bunu.