Ruhumuzun ele avuca sığmayan akışını
gözlemek, onun karanlık derinliklerine kadar inmek, türlü hallerindeki bunca incelikleri ayırdedip yazmak sanıldığından çok daha zahmetli bir iştir.
Hocamla, kölesinin birbirlerine her şeyi anlatacaklarını, birbirlerini eğiteceklerini düşünüyordum, uzunuzun konuşmaları gerekiyordu, onları karanlık şehrin içinde, bir odada baş başa kuruyordum.
Sadece içen ve kusmayı bilmeyen karanlık. Ya insanlar böylesine korkutucu, karanlık ve duyarsız, sonsuz bir sindirim gücüne yakalansaydı ne olurdu acaba? Ağlayıp çığlık atsan, bağırsan da kaçamazdın ve bedenin güneş gülüne yapışan böcek gibi yavaş yavaş erirdi. Tamamen eriyeceğini bilmene rağmen hiçbir şey yapamaz ve erirken ciyaklardın sadece. Sonsuza kadar...
Edebiyatın yaptığı şey, gece bir dağ başında yakılan kibritle eşdeğerdir. Bir kibrit çok az ışık verir ancak çevrenin ne kadar karanlık olduğunu görmemizi sağlar.