Müslümanlara, Kur'an-ı Kerim'i öğretmek için camilerde veya evlerde ders veren ve ders okuyanlara, tazyiklerin, takiplerin, davaların ve tevkiflerin arttığı, ezanın kanun zoruyla Türkçe
okutulduğu ve namazda okunan Kur'an âyetleri yerine Türkçesinin okutulması için hazırlıkların yapıldığı zamanlar, hakikaten çok sıkıntılı, üzüntülü, buhranlı günlerdi.
Bu günlerde, amcam ve babamla konuşup dertleşirlerken, dedemin şöyle dediğini hatırlıyorum:
Yahu camilerimiz ellerimizden alındı. Allah'ın ism-i celâlini anmak, huzur-i izzetinde secdeye varmak için yapılan ibadethanelerimiz ot deposu, asker kışlası oldu.
Bütün bu tahribatın karşısında hâlâ, sanki bir şey olmamış gibi, bu yapılanları mubah gören, bu aziz milletin ruhuna bu darbeleri indirenlere hüsn-i zan eden, bu işleri mazur görenler var.
Bakara suresindeki âyet-i kerimelerde, gayet açık olarak beyan olunuyor ki: :
“Mâbedleri yıkan, buralarda Allah'ın anılmasına mâni olan kimselerden daha zâlim kim olur?”
Evet, eğer bunlar da zâlim olmayacaksa, zâlim kim olur?
Âyet-i kerimeler güneş gibi açık iken, hâlâ bu işleri ve yapanları mâzur göstermek isteyenlere şaşmamak mümkün değildir... Demek ki onlara, Allah'ın bildirmesi de, şehadeti de kâfi gelmiyor.
Zalim, bunlar değilse kimlerdir?
Sonra bakınız, bu: takipler, tevkifler, kimlere karşı icra olunuyor? Meyhaneciler serbest, kumarhaneciler serbest, kerhâneciler serbest, bütün kötüler, günahkârlar serbest, bütün günah yerleri açık... Tevkif edilenler, ehl-i iman, Allah dostları... Memleketin imanını, vicdanını, ahlâkını, tarihini korumak ve devam ettirmek isteyenler takip, tazyik ve darbeler altında...