Eser, bir semboller şaheseridir. Bu nedenle evet, bir görünen tarafı ve anlatımı vardır ama bir de semboller üzerine kurulmuş bir iç anlatımı vardır. Bu yazım şekli Aytmatov’un dehasını ve ustalığını gösterir.
Nitekim diktatörlüklerde, baskıcı sistemlerde insanlar fikirlerini açıkça dile getiremedikleri için hep semboller kullanırlar. Bu bazen
"Bu yerlerde trenler doğudan batıya, batıdan doğuya gider gelir... Gider gelirdi..."
400 sayfalık kitap sadece tek bir günde geçen vakti anlatıyor. Fakat o tek gün hikaye içerisindeki kahramanların anılarıyla uzun zaman dilimlerine ayrılıyor.
Kısacası şöyle diyebiliriz; bir gün içerisinde geçen o vakit yüz yılları göğsüne
Beyaz Gemi okuduğum ikinci Aytmatov kitabı oldu. Bu bana yazarın hikayesi, karakterleri, anlatım tarzı hakkında farkındalığı daha fazla bir okuma yapma imkanı sağladı. Aymatov’un karakterleri kalabalıklardan uzakta; çok az insanın olduğu, zorunda kalmadıkça kimsenin uğramadığı bölgelerde yaşar. Bu insanların yaşamları, acıları, tercihleri hatta bu
"Sen kimsin?" dedi kadın tekrar. Sesi pek tanımamış, böyle derken şaşkın şaşkın beşiğe bakmıştı.
"Benim, ben! Açsana!"
Seyde, pencereye eğilip bir daha baktı ve sonra boğuk bir çığlık atarak kapıya koştu. Titreyen eliyle mandalı çekti, kapıyı açtı ve kendini karşısındakinin kucağına attı.
"Kaynanamın oğlu! Kaynanamın oğlu!"* diye mırıldandı. Sonra kendini tutamayıp, örf ve âdeti unutarak "İsmail!" dedi ve başladı ağlamaya.
*Kırgızlar'da ve diğer Türk boylarında kadınlar kocalarına, saygı gereği, isimleriyle hitap etmezler.
Öncelikle şunu kesin bir dille ifade etmek isterim ki, bu bir roman ya da kurgu kitap değildir. Tamamen araştırma ve kaynaklara dayalı, bize kim olduğumuzu, nereden geldiğimizi anlatan tarihi bir başyapıttır. Türk tarihi ile ilgilenenler için bulunmaz bir kaynakçadır. Kısacası, kendisini Türk bilen/hisseden ve geçmişi ile geleceğine sahip çıkan
Yazar Yavuz Bülent Bakiler hocanın S.S.C.B. döneminde gittiği Türkistan'ı daha çok da Özbekistan'ı Taşkent'i Buhara'yı anlattığı eseri... Özellikle o dönemleri bilmeyen genç
nesillere tavsiye ederim..
Yavuz Bülent BÂKİLER'in bu eseri, satır satır okunması gereken; her cümlesinin sindirilmesinin şart olduğu ve Türkistan üzerine söz
-Spoiler içermez-
Yazarın 1963 yılında kaleme aldığı kitap, aynı zamanda ilk romanıdır. İkinci dünya savaşı yıllarında ailesi ve ülkesiyle birlikte geçirdiği zorlukları anlatan Tolgonay, toprakla konuşmakta ve dertleşmektedir. Böylece kitap kahraman bakış açısıyla kaleme alınmış bir eserdir ki benim en az sevdiğim roman tekniğidir kendisi. Kitap
Söz arasında Sabitcan gülerek, kollektifleştirme devrinde Sincan'a (Doğu Türkistan'a) kaçan Kazak ve Kırgızlar'ın geri gelmeye başladıklarından söz etti. Çinliler komünlerde onlara hayatı zehir etmişler. Yemeklerini evlerinde kendileri pişirip yemelerine izin vermemişler. Günde 3 defa aşevlerinde kaynatılan kazanların önünde, büyük küçük sıraya giriyor, tabaklarına ne koyarlarsa onu yiyorlarmış. Öyle güç şartlar altında bırakılmışlar ki, şimdi hepsi varını yoğunu bırakıp kaçıyor, kabul edilmeleri için Sovyet otoritelerinin elini eteğini öpüyorlarmış.
Kara Kırgızlar arasında söylenen "Manas" destanında kadın evin namusunun bekçisidir. Erkek soğukkanlılığını kaybederek fena bir iş yapacağı zaman onu kadın kurtarır. Kadının sözünü dinlemediği zamanda da kahramanın ölümü gelmiştir.
Nevruz Kutlu Olsun
Bugün 21 Mart. Biz coğrafyacıların gün ışığı açısından ‘ekinoks’ dediğimiz iki günden birisi. Diğeri ise 23 Eylül. Yani gece ve gündüz sürelerinin eşit olduğu gün. Ama 21 Mart’ın bir diğer özelliği ise Nevruz Bayramı olması.
Nevruz, yeni gün demek. Bir bakıma da yeni yıl.
İki sene önce tam da bu zamanlarda Kırgızistan
Türk topraklarının kuzey hududunda Uygurların başının belası olup, solgun yüzlü, yeşil gözlü, kızıl saçlı, iri kıyım adamlar olarak tanımlanan Kırgızlar bulunuyordu.
Eskiden Kırgızlar birbirleriyle karşılaştıkları zaman merhabadan sonra söyledikleri ilk söz "Mal, can amanbı?" (Mal, can aman mı, sağ mı?) olurdu. Çünkü hayvanların durumu insanlardan önce geliyordu. Hayat şartları böyleydi.
Bir evden başka bir eve taşınmak çok zahmetli bir iştir. Öyle çok, öyle zor işler çıkar ki şaşakalırsınız. Kırgızlar boşuna söylememişler: "Bir yerden bir yere taşın da, haline şükredersin." diye.