“Kimse kendisini dürüstlükle yargılayamaz; kendi suçlarınızı tanımlamanız işlediğiniz tüm bu suçları affetmeniz, kendinizi bağışlamanız anlamına gelir, yaptığınız kötülükleri itiraf etmeniz kendinizi bağışlamanız demektir ve bu durumda susmak kişinin kendisini cezalandırmasının tek biçimine dönüşür: sonsuza dek kendi suskunluğunuzdan ördüğünüz demir bir kafeste yaşarsınız ve bu sessizliği dönem dönem tam da bu iş için seçilmiş bir Çığırtkana, işlenmiş bir yığın suçu, yapılmış onca kötülüğü ama yarım ağızla ama kelimesi kelimesine tekrar tekrar sayıp dökecek birine bozdurursunuz. “
.
Şöyle başlıyor Annemin Otobiyografisi: ‘Annem ben doğduğum an öldü, bu yüzden hayatım boyunca sonsuzlukla aramda tek şey olmadı; sırtımda daima kasvetli, siyah bir rüzgâr esti.’
Biz bu kasvetli, siyah rüzgarın içinde buluyoruz kendimizi. Annesinin yokluğunu
bir ömür boyu içinde hisseden, bedenini tanıdıkça özgürleşen ve güçlenen, yaşadığı onca kötü şeye rağmen dönüp dolaşıp kendini seçen bir kadının öyküsünü dinliyoruz. Gerçekleşmesi kaçınılmaz olan ölüm ise bu öykünün gölgesi sanki.
Jamaica Kincaid, kendiliğinden taşan kelimelere sahip. Çok çıplak, çok korkusuz. Bir karakter üzerinden sömürüyü, kendini keşfedişi, aileyi, istismarı parçalarına ayırıyor. Bunu kısacık bir metinde yapıyor üstelik.
İlk sayfalarda anlatıcının diline şaşırsam da ilerleyen sayfalarda her cümle karşılığını buldu bende. Etkileyiciydi..
.
Umay Öze çevirisi, Natalia Suvorova kapak tasarımıyla ~