Bazı yaşanmışlıklar, insanı olduğundan daha farklı birisine dönüştürebilir hayatta. Ya da buna yaşanması mümkünken yaşanamayan şeyler de diyebiliriz. Hayata dair bakış açısını değiştirir, sessizliği sevdirir, yalnız kalıp belki bir çiçek veya bir hayvan bazen de bir ağaçla konuşabilmeyi öğretir insana. Ve insan, susmaya başlar kalabalıklar ortasında. Üstüne düşmedikçe bir şeyler, konuşmaz. Bir kaç tane dostu hariç açmaz içini kimseye belki. Dışarıdan bakıldığında düşünceli görünürken aslında içinde bir şeyleri halletmeye çalışır gizliden. Ve en önemlisi de kendini, kendinden daha iyi bilen bir zata her şeyiyle yönelir ki bu da o imtihanın en güzel kısmını oluşturur. O yönelişten sonra ise en büyük aşkı bulan gönül geriye dönüp de aramaz başka hiçbir şeyi. Önüne kadar da gelse uğruna günlerini gecelerini harcadığı şey, artık anlamını yitirmiştir. Kalbine dönüp sorduğunda aradığını bulan kalp istemez artık fazlasını. Aslında fazlası da değildir o, eksiktir o kalbindekine göre fazlasıyla. Ve bana bu yorumu yazdıran şeyin en kısa özeti de şu sözdür: Leyladan geçmeden mevlaya varılmaz.
Bu romanda da buna benzer bir hikaye gördüm ben kendimce. Uzun zamandır okumak istediğim bir kitaptı. Kendime yakın bulduğum ve bazen Bihruz Bey'in yerindeki benmişim gibi hissettiğim kısımlar oldu kitapta.
Her kitap farklı bir bakış açısı katar insana ve bu kitap da elbette farklı bir bakış açısı kazanmamı sağladı bana. Hayat her şeyi tecrübe etmemiz için çok kısa olabilir belki ama bu tecrübeleri okuyarak, gözlemleyerek, dinleyerek kazanabilmemiz mümkün. Kitaplar da bunun için en büyük fırsattır bizim için.