“Ellerinde sahibine ulaştırılmak üzere altın, gümüş ve elmas taşlarla bezenmiş çok kıymetli bir emanet vardı. Canı pahasına bu emaneti korumak ve sahibine teslim edebilmek için canhıraş hale geldi. Yolu uzundu ve azığı emanetin yerine ulaşması ümidiydi. Kuvvetli bir imanla yola koyuldu. Yolculuğunda kıble rüzgârları ona yoldaş oldu. Buna rağmen tereddüt etmeden devam etti ve menziline vakıf oldu. Emaneti yerine teslim etti. Bu kutlu görevin emanetçisi, Necip Fazıl Kısakürek oldu.”
Onu her hatırlayışımda işte böyle hatırlarım. Emanetçi olarak. Emanetini teslim etmiş olarak…
Necip Fazıl’a dair ilk okumalarımı yaparken karşılaştığım ve onunla hemhal olarak tahayyül ettiğim o anıları hiçbir zaman unutmayacağım. Cinnet Mustatili anıları…
Cinnet bildiğiniz üzere aklı kaybetme veya çıldırma anlamlarına gelir. Mustatil ise dikdörtgen demek. Hapishane için aklı kaybettiren, çıldırtan dikdörtgen tabiri kullanılmış. O zamanlar fikirleri üzerinden mahkum edilenler tek kişilik hücrelerde tutuluyordu. Yalnız başına kalan Necip Fazıl bu süre içerisinde yaşadıklarını bir araya getirdiği esere bu sebepten Cinnet Mustatili ismini veriyor.
*
Tarih 12 Aralık 1952 Cuma, saat 10, yer Üsküdar Toptaşı Hapishanesi. Yanında zevcesi Neslihan Hatun. Üstat eşine mahcup vaziyette sormayı arzuluyor:
-Söyle; acaba içinden <şu adamın zevcesi olacağıma, bir bakkalın, bir kunduracının karısı olsaydım!> gibi bir duygu geçiyor mu? Söyle, hiçbir günü öbürüne uymayan bu belalı, bu netameli adam senden af dilemeye muhtaç mı?
Arzuluyor lakin hatununun asaletinden de haberdar. Biliyor, hayatını dalgalı bir ummanda ve kaptan köprüsünde geçerken, zevcesinin kendisinden, onun sessiz bir balıkçı köprüsünde yaşamaya mahkûm bir hayat sürmesini istemeyeceğini. Bu vaziyette teslim oluyor yılan kuyusuna…
*
Ben ki, toz kanatlı kelebeğim,
Minicik gövdeme yüklü Kafdağı,
Bir zerreciğim ki, Arş’a gebeyim,
Dev sancılarımın budur kaynağı!
En ufak bir sorunda devrildiğimiz bu demde onun bu çileyi göğüslemiş olması bana çok özel ve nadir insanlardan olduğunu düşündürür Necip Fazıl’ın. Yaşam bulan atılımları ona devrin şartları yüzünden sürekli mahkûmluk kapısını açsa da, her seferinde türlü ıstırap ve altın bezeli fikirlerin pençesinde yoğrularak çıkmakta ve sürekli hürriyet ve mahkumluk arasında mekik dokumaktadır.
16 Ocak Cuma günü hatırasında şöyle der: “Allah… Başka tek kelime söyleyemeyecek haldeyim.” Hemen ertesi günü yazdığı hatırada ise “Uyanır uyanmaz, odama bağlı küçük holün daima açık penceresinden bir cıvıltı duydum. Bir kuş, beni sanki ismimle çağırıyor. Ruhuma tatlı bir aşinalık dolduran bu seste: ‘Kalk, bana ekmek ver!’ gibi bir mana sezdim.” Diyor. Yalnızlığın ve sığınmış bir adamın hali var Necip Fazıl’da. Her harekette mana, her seste bir ahenk ve her dokunuşta bir muştu sezmektedir. Bu halinden dolayıdır sanki o gece gördüğü rüyanın hikmeti sebebi. Devam ediyor: “İçim ürperti ve uğultu dolu… Gece müthiş bir rüya gördüm. Rüyada bir ses ‘Göğsünde bir et beni gibi bir şeyler biter, sonra geçer!’ bu ses üzerine büyük bir aynalı dolaba karşı göğsümü açıyorum. Bütün bağrımın, bilhassa kalp tarafımın, et beni gibi değil de, üzüm taneleri büyüklüğünde pembe ve kırmızı memeciklerle dolu olduğunu görüyorum. Dehşet içinde kalıyorum. Kalbimin üstünde, köpek memesi şeklinde binbir kabartı. Ses, hep kulağımda: ‘Aldırma, geçer!”
Necip Fazıl’ın hapishane günleri bu serencam içerisinde geçmektedir. Hem acı içinde hem teslimiyet ve tefekkür dairesinde deveran etmektedir.
*
Yılan kuyusunda elbette güzel arkadaşlıklar edinmiş. O arkadaşlıklarından bahseder Necip Fazıl. Osman Yüksel ile geçirdiği günleri, revirde ki hekimleri, koğuş arkadaşlarını… Hepsinden birer birer bahsetmekte ve bu ortaklıkta ki haklarını teslim etmektedir. Bir taraftan yalnızlığını onlarla giderirken öbür taraftan zevcesinin hasreti, ona yaşatmak zorunda kaldığı bu ayrılığı düşünerek yine bir ikilemin içerisinde kalır. Nihayetinde tam bir sene sonra aynı gün, verdiği müthiş savunma ve çıkan tahliye kararı ile özgürlük…
Necip Fazıl, artık kaldığı yerden devam etmek için tekrar sahadadır. Ona, artık mücadeleyi bırakmasını dahi söylüyorlar. Bu işlerden uzak kalmasını sessiz olmasını teklif ediyorlar. Çünkü o devam ettikçe mücadele ettiği insanlar kendisinden geri durmayacaklardı. Yüz yıla varan hapis istemlerine kadar çıkacaktı açtıkları davalar. Lakin Necip Fazıl, hız kesmeden kaldığı yerden devam ediyor. Büyük Doğu’yu çıkartmaya ve liyakat sezdiği herkesi bu davaya dâhil etmeye azimle devam ediyordu.
*
Meselesi olan bir adamın en büyük destekçisi olan acz ve fakr’ın nasıl inkişaf ettiğini, şefkatin ve merhametin düşmanlarına karşı bile nasıl kuşatıcı olduğunu göreceksiniz. İmtihanlarla yoğrulmanın, sıkıntı veren hallere dayanmanın sonucunda verilen mükafatın, söyleyecek sözü olanlara yardımcı olacağı ve kendi içine doğru rüzgardan hafif topuklarla yürüyen bir adamın ayak seslerini duyacağınız bir eser, Cinnet Mustatili!