Bu kitabı okuduktan sonra bir köpek sahiplenmek istedim.
Amerikalı yazar Jack London'un macera dolu romanıyla merhaba.
Duygu yoğunluğunun üst seviyede seyrettiği eserde, vücudunun ve hayatının her yerinde insan(!) izine rastlayacacağınız bir köpeğin yaşam mücadelesine şahit olacaksınız.
Onu bu mücadelede güçlü tutan; kavgası ve öfkesinden ziyade, ayakta kalma ve dayanma azmini veren "sevgi" arayışıdır.
Değerinin şahsi çıkarlara değişilmesiyle, yaşamın acımasızlığına tüm çıplaklığı ile şahit olan kahramanımız için, hayatını idame ettirmek adına, değişen koşullara ayak uydurmak, ahlaki değerleri yok saymak, var olmak adına yok etmek, yaşamak için öldürmek vakti gelmiştir.
Artık o, "efendilik" ve "kölelik" kavramları arasında soyutlanmış bir hayatı, aradığı "sevgiyi" bulana kadar yaşamaya mecburdur.
Acaba diyorum yazarın bu sevgi arayışını eserlerinde en masum haliyle yer vermesinin nedeni, annesinin kendisine hamileyken intihar etmesi, babasının da belli olmaması nedeniyle, bebekliğinden itibaren sevgiyi başka kucaklarda aramış olması mıdır?
Bir an kitabın yalnızca, sahipleri sürekli değişse de farklı ellerden aynı eziyetlere maruz kalan köpeklerin yaşadığı acılardan ibaret olacağını zannetsem de, kitabın yarısından sonra yanıldığımı, bambaşka bir serüvene sürüklenerek anladım.
Eserin bende duygu seli yaşattığı an ise; sahiplerinden gördüğü şiddet ve vahşi çevresinden yediği darbe ile o güne kadar Azrail'e kafa tutan köpeğin, sevildiğini hissettiği yerde sahibi için ölümü düşünmeden göze aldığı andı.