"....
_"Yolculuk mu?" diye sordu. "Hayrola, ne yana?"
+"Girit'e. Neden sordun?"
_"Beni de götürür müsün?"
+Dikkatle ona baktım. Çukurlaşmış yanaklar, kalın bir çene, kabarık favorili kırlaşmış kıvırcık saçlar, kıvılcımlanan gözler.
+"Neden? Seni ne yapayım?"
Omuz silkti, alaylı,
_"Neden? Neden?" dedi. "İnsan nedensiz bir şey yapamaz mı?..."
Sesi çok kalın, hırıltılı ve boğuktu. Kafası çok büyüktü. Saçları siyah, kıvırcık ve kabarıktı. Çenesi köşeli ve genişti. Göz kapakları şişti. Gözleri Ferit'in bakışlarından kaçıp bu şişkinliklerin altında saklanacak bir yer arıyormuş gibi sağa sola dönüyor ve bazen ıslak bir şerit haline geliyordu. Yüzü sapsarıydı. Etli çenesinin kenarlarından sarkan, tümsekler ve çukurlarla dolu, insan bakışlarına teslim olmamak için, kaşın bir ucunu yukarı, dudağın bir ucunu aşağı, yanakları sağa sola çeken türlü türlü tiklerle mânâlarını kaçıran ve idraki şaşırtan bir yüzdü bu.
"Haa," dedi Kıvırcık. "Yalnız olacağız diyorsunuz. Elbette, Kherion." Sonra sefil bir halde bana bakıp "Görüyor musun? Kimse bir keçiyi istemiyor," dedi.
Yudum yudum aynı güzellikten
Bir sen bir de ben
içtiğimiz neydi söyler misin
Bir şişe ay ışığı mıydı
Bir parça bulut mu
Yoksa dudaklarımızda tutuşan
Birer damla köpük müydü
Bırak sular yanıtlasın
Sen omuzuma koy başını
Aliye kasabaya muallime olarak geldi. Yüzü, henüz açılmayan bir gül goncasının mahcup kırmızılığını, çekingen güzelliğini taşıyordu.
Pembe, ince yüzü üstünde iki kocaman menekşe gibi siyah kirpikli gözleri, küçük bir çocuk burnu, yüzünün bütün bu mütereddit ve cazip inceliğiyle tezat yapan bir nar çiçeği goncası gibi garip bir ağzı vardı.
Biraz yumuşak ve kıvırcık siyah saçları, itina ile örttüğü sıkı, siyah baş örtüsünün altından şakaklarına, ensesine boşanıyor, yanaklarına, boynuna dökülüyordu.
Resulullah(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in boyu ne çok uzun, ne de çok kısaydı; orta boyluydu. Ne kıvırcık kısa, ne de düz uzun saçlıydı; saçları kıvırcıkla düz arasıydı. Kaba görünüşlü olmayan değirmi bir çehresi vardı. Pembe beyaz tenli, iri siyah gözlü, uzun kirpikliydi. İri kemikli ve geniş omuzlu idi. Göğsünden göbeğine kadar ince tüyden başka kıl yoktu. İki avucu ve tabanları dolgundu. Yürüdüğü zaman sanki yokuş aşağı iner gibi rahatlıkla ilerlerdi. Sağına ve soluna baktığında bütün vücuduyla dönerdi. İki omuzu arasında "Nübüvvet(Peygamberlik) Mührü" vardı ki O, Peygamberlerin sonuncusudur.
Yüzüme bak
ve yüzümü hırpala
yüzümü değiştir, dağlı bir anlatım bırak
sen
her hafta oğlunu leğende yıkayan hayat
yaban, diri memelerinden ısırmak
dudaklarındaki tuzu dudaklarıma almak için
çok oldu tepelere vurdum kendimi
bulutlara karıştım ve karanlık kahvelerde
tıraşı uzamış adamlardan
huylarını öğrendim senin.
Mahmur bir tohumdun delikanlı
Herkes keyifle kahvesini yudumlamaya başladığı sırada Burcu artık zamanı geldiğini düşünerek Zeynep’e döndü ve şöyle dedi:
‘’Canım! Bizi gerçekten çok korkuttun. Yine! Bize neler olduğunu anlatmak ister misin?’’
Arkadaşları meraklı gözlerle kendisine bakarlarken,
"Tamam, tamam! Elbette anlatacağım.’’ diye cevap verdi. Zeynep.
Daha sonra
Fön tutmadığı için çareyi kestirmekte bulduğu kıvırcık saçları kısacık ve sekilsizdi. Büyük annesinin tüm uyarilarina rağmen yemekten vazgeçemediği tırnakları, oje sürüklemeyecek kadar biçimsiz yüzünde beliren sivilceler tüm kapaticilara kafa tutacak kadar inatçıydi. Geniş omuzları ve aniden uzamaya başlayan boyuyla alımlı bir genç kızdan çok yeni yetme bir delikanlıyı andırıyordu. Giysi dolabı ise mini etekler ve elbiseler yerine vücut hatlarını gizlemesi için seçtiği ve onu olduğundan da iri gösteren bol tişörtlerin kargo pantolanlarinın ve oduncu gömleklerinin işgali altındaydı.