"Halimi anlatacak sözler yazamam artık
Bu kavruk mektuba
Rüzgardan yan yatmış otlar koydum
Gerisini sen anla.
Ankara,
Kekliğinim, boynumda bir siyah halka."
Devletin kenar kısmında, hattâ dışadönük bir başkente karşı 1923'te Ankara lehindeki savlar arasında yer alan içerden Anadolu'yu geliştirme gerekliliğinin dile getirildiğini hatırlarız. Ankara, lehtarlarının hayal ettiği medeniyet, yenilik ve modernleşmenin ışıltılı merkezi oldu mu? Derin Türkiye için kültürel, ekonomik, toplumsal ve siyasi bir "dönüşüm operatörü" oldu mu? Birkaç sözcükle bunu söylemek imkânsızdır. Siyasi-idari düzlemi bir kenara bırakırsak şehircilik düzleminde sadece buna olumlu cevap verebiliriz. Bu düzeyde Ankara Türkiye'nin geri kalanının takip ettiği bir model olmuştur. Başka bir deyişle, yabancı referanslar - "Batılılaşma" cazibesi - ile milli seçenek arasında gidip gelen Türk şehirciliği Ankara'da oluştu.
1919'ların sonunda mütevazı bir Anadolu kasabası/idare merkezi olan Ankara üç dört yıl içinde Kurtuluş Savaşı'ndan kaynaklı olaylara bağlı büyük çalkantılara tanık olmuştur. Savaş son bulduğunda şehir, şekillenmekte olan bir devletin, parçalanmış Osmanlı İmparatorluğu'nun (topraksal olarak) çok küçülmüş bir hali olan Türkiye Cumhuriyeti'nin başkentliğine terfi etmiştir. Ankara'nın kaderi, eski düzenin nefret edilesi simgesi haline gelen İstanbul'dan uzak bu şehre yerleşen doğmakta olan bir devletin kaderine artık bağlıdır. Hiçbir şey kesinleşmiş değildi; belirsizlikler ve coşkular ortamında her şey inşa edilmeyi bekliyordu.
Ankara sıcak bir yaza hazırlanıyordu yine.
Kırklı yıllarda mevsimler adlarının hakkını verirdi başkentte: Kışlar bol karlı ve müthiş soğuk, yazlarsa buram buram sıcak olurdu.
İstanbul'da insanların tek amacı İstanbul'un tadını çıkarmak gibi görünüyor. Avına dişlerini geçirmeye çalışan yırtıcı hayvanlara benziyorlar. Ankara'ya istesen de dişini geçiremezsin, bir sürü üst geçit var."
Sonra küçük bir köyün kenarından geçtiler. Suyu çekilmiş bir kuyu başında dört beş çocuk oynuyordu ve bu köyde ondan başka hayat eseri yoktu. Binbaşı Hakkı Bey:
"Kalaba köyü" dedi.
Bazen Ankara'dan en kara diye bahsederler fakat şurası bir gerçektir ki havası bu kadar saf olan yer çok azdır tepesindeki muazzam gökkubbe tarifi imkansız renklerle doludur.
Ankara’nın garajını hiç gördün mü bilmiyorum…
Orası memleket denen ekmeğin tam ortasından çıkarılmış ince bir dilim gibidir. Orada her şey olur, oraya herkes gelir. Herkesin yolu geçer oradan. Ama geceleri iklimi değişir oranın. Vahşileşir. Yorgun, kederli ve insanın içini sızlatan bir koku gibi siner gece tüm otogarın üstüne… Otogar yalnızca kimsesizliğin değil, mekânsızlığın da vitrinidir. Orada kavuşmalar değil hep ayrılıklar hatırlanır.
Ankara halkının Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarına sahip çıkması ve desteklemesi de, bu kentin merkez olarak benimsenmesini olumlu yönde etkilemiştir.