Yunan demokrasisi özgürlüğü seviyordu, ama tutsaklarının emeği sayesinde varlığını sürdürüyordu. Erkek ve kadın köleler toprağı işliyorlardı,
yolları açıyorlardı,
gümüş ve taş aramak için dağları kazıyorlardı,
evleri yapıyorlardı,
kıyafetleri dokuyorlardı,
ayakkabıları dikiyorlardı,
yemek pişiriyorlardı,
çamaşır yıkıyorlardı,
ortalığı süpürüyorlardı,
mızrakları, zırhları, çapaları ve çekiçleri döküyorlardı, eğlencelerde ve genelevlerde zevk veriyorlardı
ve efendilerinin çocuklarını büyütüyorlardı.
Bir kölenin fiyatı bir katırınkinden daha ucuzdu. Horgörülen bir tema olan kölelik şiirde, tiyatroda ve duvarları, küpleri süsleyen resimlerde nadiren görülüyordu. Filozoflar, bu durumun alt tabakadaki varlıkların kaderi olduğunu teyit edip sanki fitili ateşlememek için onları yok sayıyorlardı. Onlara dikkat edin diye uyarıyordu Eflatun. Kölelerin, diyordu, kaçınılmaz bir biçimde efendilerinden nefret etme eğilimi vardır ve sadece sürekli bir gözetim hepimizi öldürmelerini engelleyebilecektir.
Aristoteles ise mevcut emniyetsizlik ortamı nedeniyle vatandaşlara askeri eğitim verilmesinin şart olduğunu savunuyordu.
Kalıtsal kölelik yeni bir şey değildi, Eski Yunan ve Roma döneminden beri devam ediyordu. Ancak Avrupa, Rönesans’tan itibaren bu konuya bazı yenilikler getirdi: o güne kadar kölelik hiçbir zaman teninin rengine göre belirlenmemişti ve canlı insan ticareti daha önce hiçbir zaman en kârlı uluslararası ticaret olmamıştı.
On altıncı, on yedinci ve on sekizinci yüzyıllar boyunca, Afrika köle satıp silah satın alıyordu: kol gücünü şiddetle değiş tokuş ediyordu.
Daha sonra, on dokuzuncu ve yirminci yüzyıllar boyunca, Afrika altın, elmas, bakır, fildişi, kauçuk ve kahve verip İncilleri alıyordu: toprağın zenginliklerini Göklerin vaatleriyle takas ediyorlardı.
Bir yanda lüks denilen şey var olduğu sürece, diğer yanda kaçınılmaz olarak, buna ister sefalet, ister kölelik densin;aşır çalışma ve sefil bir hayat olacaktır.Bu ikisi arasındaki temel fark kölelerin kökenlerini şiddete, sefil kimselerinse kurnazlığa atfetmek zorunda olmalarıdır.Toplumun bütün bu doğal olmayan durumu, sefaletten kurtulmak için her yerde karşılaştığımız mücadele, bunca hayat kaybıyla birlikte yürüyen deniz ticareti, karmaşık ticari çıkarlar ve sonunda bunların tümünün yol açtığı savaşlar -bütün bunların kökü sadece lüks ve sefahatte aranmalıdır,o şeyler ki bunlardan zevk aldıklarını söyleyenleri bile mutlu etmez, bilakis sağlıksız, kırılgan, aksi ve huysuz hale getirir.Dolayısıyla insanlığın bu sefaletini hafifletmenin en etkili yolu lüksü azaltmak, hatta bütünüyle ortadan kaldırmak olacaktır.
Kültür yani yararlı kültür yok olmayacaktır. Dünya yok olsa da adalet yerini bulsun. İnsanların toprağı elle veya sopalarla sürdüğü veya meşalelerle aydınlandığı döneme dönülmeyecektir. İnsanlar, kölelik yaptıkları zamanda teknik konularda sebepsiz yere bu kadar büyük gelişmeler kaydetmemiştir. Kendi zevklerimiz için, kardeşlerimizin canlarını kurban etmemiz gerekmediğini anlarsak işte o zaman teknik gelişmeleri insanların hayatlarını yok etmeden kullanabiliriz ve kardeşlerimizi köleliğe mahküm etmeden doğanın kontrolünü bize veren yöntemlerle hayatı kendi avantajımıza göre şekillendirebiliriz.
Önceden insanların kişisel kölelere sahip olabilmeleri işlerine geliyordu ve bu yüzden bu kölelik ile ilgili kanunlar çıkardılar. Ondan sonra toprak sahibi olmak, vergi toplamak ve ele geçirdikleri şeylerin mülkiyetini almak işlerine geldi ve bu doğrultuda kanunlar yaptılar. Şimdi ise var olan iş bölümünü ve yöntemleri korumak insanlara kârlı geliyor ve bu yüzden şimdiki iş bölümünde insanları zorla çalıştırmaya yönelik kanunlar tasarlıyorlar. Bu yüzden de köleliğin temel sebebi kanundur ve kanun yapmaya gücü olan insanların olmasıdır.
Varlığını sürdürmek isteyen asla geri getirilemeyecek olanın cazibesine kulak asmamalıdır. Bu da ancak geçmişin çağrısı hiçbir biçimde işitilmezse başarılabilir. Toplum öteden beri bunun için gerekli önlemleri almıştır. Emekçiler diri bir yoğunlaşmayla önlerine bakmalı,işlerinden başka hiçbir şeyle ilgilenmemelidirler. Dikkatlerini dağıtan dürtüleri dişlerini sıkıp tamamlayıcı bir çabaya dönüştürerek yüceltmek zorundadırlar. Emekçiler böyle işe yarar hale gelirler.
Üzümleri biz eziyoruz, şarabı başkaları içiyor. Darıyı biz ektiğimiz halde tabaklarımız bomboş. Zincirlerimiz olduğu halde kimsenin gözü onları görmüyor, köle olduğumuz halde insanlar bizi hür sanıyor.