Dili yasaklamak insanlık suçudur. İnsanı anadilinden koparmak vahşettir. Bir insanı kendi dilinden koparmak, insanın ruhunu, kişiliğini zedeliyor, gelişimini engelliyor. Bence bu Kürtçe yasağı, Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük yanlışlarından biriydi. " Mehmed Uzun
Dünyanın kaç yerinde insanların anadili yasaklanmış, sırf dillerinden dolayı
Esra Kurt kardeşimizin yaptığı ( #30997659 ) Mehmet Uzun etkinliği vesilesiyle yazılacaktır. Kendisine bu vesileyle teşekkür ediyorum. Böyle güzel bir etkinliği yapan yoğun duygulara sahip kendisi incelememizi okumasın. (Bu şaka tabi) :)
Bazı kitaplarda olduğu gibi biz de yazımızda bir
Her ne kadar geç kalmış bir buluşma olsa da öncelikle Mehmed Uzun'la ve kitabıyla beni buluşturan #30997659 etkinliğinde
Esra Kurt hanım başta olmak üzere emeği geçen herkese teşekkür ederim...
En baştan vurgulamak isterim ki; konu olarak çok farklı, dil ve anlatım yönünden çok zengin, zihnimde
***Yazacaklarım, kitap hakkında ipucu içermemektedir, zira kitaba değil kitap ekseninde, kitaba konu olan gerçeklere değinmek istiyorum.
Celadet Bedirhan...Tam adıyla Celadet Eli Bedirxan. Bilhassa tüm Kürtler tarafından yakından bilinen, Mehmed Uzun'un tabiri ile "Gökteki on dördünü doldurmuş ay gibi tanınan" bir aydın, bir yazar,
Şunu çok iyi anladım ki, Kürt edebiyatı denince akla ilk gelen şey sürgündür. Ne bedeller ödediklerini okuyunca bu güzel insanların; eserlerinin muhakkak okunması gerektiğinin bilinci, daha bir harlanıyor içimde. Bu tür kitaplara 'kim bilir ne derdi var' diye başlarım. Tasası sonradan gelir.
Bazen 'Laiklik' ilkesinin, "Hukuk" ve
~Ruhu zedelenmiş, sesi kısılmış, kendisini ifade etmekte güçlük çeken insanların yazarı, sürgünün yarattığı bir edebiyatçı Mehmed Uzun.
"Siverek'te ilkokulun birinci günü bir tokat yedim, bugün bile aklımdan çıkmaz. Okul bahçesinde sıraya girmeye çalışırken aramızda Kürtçe konuşuyorduk. Bir tokat attı İstanbullu yedek subay öğretmen, Türkçe
Kürtçe, yasaklı dil...
Bir toplumun dili, edebiyatı,kültürü olmalı. Yasaklanmamali, yaşamalı özgürce kendi edebiyatında ve toplumun acılarını, sevinçlerini, tarihini, mutsuzlukları, mutlulukları, sanatına dair aktarmalı yazilara...
Evliya Çelebi'nin Seyahâtname isimli eserinde şöyle geciyor;
"Cezire lehçesinde uzun bir kürtçe şiire yer
Mehmed Uzun Kürt dilinin yasak olduğu bir dönemde, bir çok Kürt yazarın aksine egemen dilde değil anadilinde yazmayı tercih etmiştir. Özellikle, zayıf olan Kürtçe yazı dilini geliştirmek, ortak bir edebi dil oluşturmak ve Kürt hikâye anlatım geleneğini canlandırmaya yönelik yaptığı çalışmalarla modern Kürt edebiyatında kurucu bir role
Rojbaş güzel insanlar!
İnceleme yazsam mı yazmasam mı diye çok düşündüm, yazmayacaktım da... Fakat bu kitaba inceleme yapmazsam - ki düşüncem o yöndeydi- kitaba, Mehmed Uzun'a, okuduğuma, bana yazık olurdu. Çok geçmişten beri devam eden o "Kürt Sorunu" hep vardı. Hepte olacak gibi... Beni üzen durum Türk/Kürt çatışmasından ziyade artık
Sürgün bir ayrılıktır, bir hüzündür. İnsani olmayan, ağır bir cezadır. Yaşanmış, çok iyi bilinen uzun bir zaman kesitini, daha doğrusu bir yaşamı geride bırakmaktır. İstemeyerek, zorlanarak... Hem Ovidius hem Mevlana Halid sürekli anıların gölgeleriyle yaşadılar. Kendi zamanlarını değil, geride kalmış, kaybolmuş bir zamanı yaşadılar. Tam da Marcel Proust'un ünlü eserine verdiği isim gibi, onlar kayıp bir zamanın peşine düştüler. Kendi zamanlarında olanlar değil, geçmiş zamanda olanlar onları ilgilendirdi. Sanırım bu nedenle, Ovidius Roma'yı, Dante Floransa'yı, Mevlana Halid Șehrezor'u, James Joyce Dublin'i ve diğer sürgün yazarları doğdukları, büyüdükleri yerleri, o yerlerin ve şehirlerin çöl uzağındaki sürgün merkezlerinde, anlatılamayacak bir yoğunlukla yaşadılar ve o yaşamı edebi bir derinlikle anlattılar. Onlar bir geçmişi yeniden yaratarak, geleceğin ölümsüz isimleri haline geldiler.
Hepinize merhaba canım insanlar, mutlu pazarlar, bugün alan sınavına giren herkese; "inaniyorum kazanacaksınız "
Daha önce adını duymadığım, duyduysam bile hatırlamadığım biriyle beni tanıştırdığı için
Esra Kurt öğretmenime bin minnet..
Mehmed Uzun kim diye sorarasa birgün biri bana ,"direnişin,
Sürgün, insanlığın tarihi kadar eskidir. Sürgün daha çok siyasi saiklerle olsa da muhatabı her şeyden önce insandır. Sürgüne giden insan, yurdundan kovulmuş veya yurduna dönüşü engellendiği için sürgünün o kişi üzerinde etkisini anlamak kolay değildir. Sürgünde bulunan kişi önce siyasal nedenlerle sürgünde yaşamak zorunda kaldığı için sürgün
1980’ den günümüze
Türkiye’ deki birçok Kürt entelektüel sürgünü seçip pek çok Batı ülkesine sığınmacı olarak yerleşti. Buralarda onlarca yıldır Türkiye ve Suriye’ de katı bir şekilde yasaklanmış olan Kurmanci edebiyatının rönesansını başlattılar. Yüzbinlerce göçmen Kürt işçi tarafından desteklenen Kürt entelektüelleri birleştiler ve dillerini geliştirmek için ellerinden gelen hiçbir şeyi esirgemediler. Yavaş yavaş tam bir sürgün edebiyatı gelişti.
Şairler ve yazarlar eserlerini ilk olarak, İsveç’ teki Kürt yayınevlerinin çıkardığı dergilerde yayımladılar. İsveçli yetkililer göçmen toplulukların kültürel gelişimini sağlama politikalarının bir parçası olarak Kürt sığınmacılara (aşağı yukarı 12 bin kişi) nispeten geniş bir yayın bütçesi tahsis etti. 1970’ lerin sonundan itibaren gazeteler, dergiler ve süreli yayınlar basılmaya başlandı. Dolayısıyla edebi yaratıcılık teşvik edildiğinde Kurmanci yazarlarının, şairlerinin ve gazetecilerinin ne kadar verimli olmaya başladığına şahit oluyoruz. İsveç’ te son 20 yıl da yaklaşık 300 eser yayımlandı. Kürtçe basılan edebi eserlerin en büyük kısmı Irak’ ın dışında basıldı. Mahmut Baksi*17 İsveç Yazarlar Birliği’ nin Yönetim Kurulu’ ndaki ilk yabancı üye idi. Bir diğer genç ve parlak Kürt yazarı Mehmed Uzun *18 bu seçkin grupta yerini aldı.
Sayfa 48 - 17 Bkz. Zaroken Ihsan (lhsan’ m Çocukları), 1978; Keça Kurd Zozan (Kürt kızı Zozan), 1979; Helîn (Yuva), 1984; Gundike Dono, (Dono Köyü), 1988.
18** Eserleri arasında Tu (Sen), Stockholm, 1984; Mirina Kalekî Rind (Yaşlı Rindin Ölümü), 1987; Siya Evine (AşKitabı okudu