Ne kadar çok hâtıra ve insan... Niçin Boğaz'dan ve İstanbul'dan bahsederken bütün bu dirilmesi imkânsız şeylerden bahsettim. Niçin geçmiş zaman bizi bir kuyu gibi çekiyor? İyi biliyorum ki aradığım şey bu insanların kendileri değildir; ne de yaşadıkları devre hasret çekiyorum. (...)
Hayır, aradığım şey ne onlar, ne de zamanlarıdır. (...)
Hayır muhakkak ki bu eski şeyleri kendileri için sevmiyoruz. Bizi onlara doğru çeken bıraktıkları boşluğun kendisidir. Ortada izi bulunsun veya bulunmasın, içimizdeki didişmeden kayıp olduğunu sandığımız bir tarafımızı onlarda arıyoruz. (...)
Hepsi idealin serhaddinde susmuş bu insanların hikmetinde kaybolmuş bir dünyayı arıyorum. İstediğime onlarla erişemeyince şiire, yazıya dönüyorum. Onu musikinin kadehinden istiyorum; kadeh boşalıyor, susuzluğum olduğu gibi kalıyor; çünkü sanat da aşk gibidir, kandırmaz, susatır. Ben seraptan seraba koşuyorum. Her başına koştuğum pınarda muammalı çehreler bana uzanıyor; bilmediğim, seslerini tanımadığım dudaklar benimle bitmez tükenmez işaretlerle konuşuyorlar, fakat hiçbirinin dediğini anlamıyorum; ruhum dudaklarından ayrılır ayrılmaz hiçbir şeyin değişmediğini görüyorum. Belki onlar da bana kendi tecrübelerinden, her adımda karşılarına çıkan sert duvarlardan bahsediyorlar; "Biz de senin gibiydik," diyorlar. "Hiçbir suale cevap alamazsın. Asıl olan içindeki hasrettir; onu söndürmemeye çalış."
Yılların gönüllerinde biriktirdiği hasretle, özlemle birbirlerine sarıldılar.
İki yaralı yürek, iki hüzünlü gönül birbirine kavuşuyordu.
Vuslat ne demek, kavuşmak ne demek herkese gösteriyorlardı.
Evet:
Yusuf sabretti Mısır'a sultan oldu;
Yakup sabretti Yusuf'u sultan buldu.
Ne kadar da zor değil mi?
Kötülüğe karşı iyilikle karşılık vermek.
Kötüye karşı iyiyle mukabele etmek.
İyi, güzeli arzulayıp temenni etmek.
Çok zor bunu yapmak.
Söylemesi çok kolaydır belki ama bunu tavsiye etmek kadar kolay değil yapması.
Bir başkasının hikâyesine kendi buruk yerlerimizden giriyoruz. İlave çay bardağı olsun, temiz ve ulaşılabilir su için kuyu açmak olsun, fırsat eşitliği sağlamak için dezavantajlı aile çocuklarına gö- nüllü eğitimler vermek olsun, kapı kapı gezip oyuncak bırakmak olsun. Dokunduğumuz yerden biz iyileşiyoruz. Başka hikâyelere girmeye aslında en çok bizim ihtiyacımız var. Bu çabamıza çocuk- larımızı da kattığımızda gelecekte kurulacak nice köprünün hayali ufukta beliriyor. Kurduğumuz tüm köprüler her daim kalplere ve bedenlere şifa olsun, bizleri O'na yakınlaştırsın, O'nun sevdikleriyle
tanış etsin. Amin...
"Anason kokularıyla yattım yıllarca
Yataklar acıydı gerçekler kuyu
Beş çocuk doğurdum onca işin arasında
Her birinde bir parçam öldü."
...
"Dayağı bu evde gördüm -diyor-
Huma kuşu uçamadan göğsümde vuruldu."
Günümüzde başarılı olmanın tek gerçek başarı olarak pompalandığı ve kısa yoldan başarılı olmuş insanlara maruz kalındığı düşünülünce, hayatlarımız içinden çıkılması zor, derin bir kuyu olarak görünür bizlere.
İsrail askerleri topraklarını genişletmek için Filistin halkını mahallelerinden sürmeye çalışıyor. Bu gayeye ulaşmak amacıyla piramitin en altındaki insani ihtiyaçlar noktasında zulmederek hedeflerine ilerliyorlar. Temiz Su içememeleri için Müslümanların semtlerinde su tesisati bulunmamakta. Bahçelerinden kuyu suyu içmek zorunda
bırakılıyorlar. Yalnız bununla da bitmiyor. Kuyu derinliği sürekli ölçülüyor. Sadece yüzeye yakın topraklı suyu içmelerine izin veriliyor. Kendi çabalarıyla biraz daha kuyu derinliğini arttırmak, daha temiz suya ulaşmak isteyenler fark edildiğindeyse tarifsiz eziyetlere ve cezalara çarptırılıyorlar. Tabii kuyularına da zarar veriliyor. Böylece zulüm boylanmaya, diğer Müslümanlar için de gözdağı olmaya devam ediyor.
(Ayşe Mercan Kara)