Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

sena

sena
@martiineden
Dünya hayatına zaten geçici bir hayat gözüyle bakan, bu dünyayı bir imtihan ve hizmet alanı ve müddeti sayan İslam uygarlığına muhtaçtır insanoğlu, vesselam.
Reklam
Bu dünyada insanların korktuğu tek şey öğrenmekti. Acıyı, susuzluğu ve üzüntüyü öğrenmek onların uykularını kaçırıyor, bu yüzden daha rahat döşeklere, daha leziz yemeklere ve daha neşeli dostlara sığınıyorlardı. Dünyaya olan kayıtsızlıkları bazen o kerteye varıyordu ki, kendilerine altın ve gümüşten, zevk ve sefadan, lezzet ve şehvetten bir alem kurup, keder ve ızdırap fikirlerinin kafalarına girmesine izin vermiyorlardı. Oysa Uzun İhsan Efendi, Dünya'nın şahidi olmanın gerçek bir ibadet olduğunu sık sık söylerdi. Her insan şu ya da bu şekilde dünyayı okumalıydı. Kuran'ın kendisi peygamberin dünyayı nasıl okuduğuna bir örnekti ve onun ardında giden herkes, dünyayı onun gibi okuyup şahadetlerini yazmalı ve bunları başkalarına aktarmalıydı. Dünyaya şahit olmanın yolu ise maceranın kendisinden başka bir şey değildi. Yaşanılanlar görülenler ve öğrenilenler ne kadar acı olursa olsun macera insanoğlu için büyük bir nimetti. Çünkü dünyadaki en büyük mutluluk, bu Dünya'nın şahidi olmaktı.
Yeni yıl dediğiniz, uzun ve ipince bir topukla yürüme çabasından başka bir şey değil diyorum. Filistinli hacılar evlerine mi döndüler, bu mutluluk gösterileri neden? Gazete sayfasında uyuyakalan siyah çocuklardan biri mi uyandı yoksa? Değilse, tüm bunlar, havai fişekler, süslü kıyafetler, bunca renkli, albenili kutlamalar neden?

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Şiddetin aşktan daha çok kavramla anlatılabildiği bir ülkede insanlar öfkenin her türlüsüne uygun aptalca kararlar alabildiği halde aşk için bunu yapamıyorlar. Çünkü şiddet hakkında söyleyebildikleri, aşk hakkında söyleyebildiklerinden daha fazla. Çünkü bir kadını anlayabilmekten acizken, akılları her türlü siyasal ve ekonomik teoremlere yeterince eriyor.
"Artık dünyanın neresinde bir çocuk ölürse orası Gazze'dir. Gazze, çocukların öldüğü yerlerin adıdır bundan böyle."
Reklam
Kapitalizm icat edildiği günden beri bazı adamlar da, pencere önü çocukları kadar korumasız olduklarından sokağa çıkamıyorlar. Sokağın acımasızlığında kan ter içinde koşturan diğer adamlarla rekabet edemedikleri için, hesap yapabilecek kadar kafaları basmadığı için, biriktirmeyi, daha çok kazanmayı, birilerinin zayıf ruhlarını kanatacak kadar acımasız olmayı bilmedikleri için sokağa çıkamıyorlar. İzliyorlar sadece. Bir türlü çıkmaya cesaret edemedikleri o sokakta, kutsal sunaklarına taze insan eti pazarlayan vahşilerin kan dansını izliyorlar.
Pek çok kişi ceplerinden, çantalarından çıkardıkları müzik çalarların, radyoların, cep telefonlarının kulaklıklarını aceleyle kulaklarına geçiriyor. Böylece aramızdan ayrılıveriyorlar. Artık yüksek müzikten başka hiçbir şey duymayacaklar. Kulaklarında büyüyen gürültüye tutunup, her şeyi dışarıda, sessizlikte, geride bırakacaklar. Bir gürültünün varoluşumuzu kalabalıklaştıran ve fakat kalabalıklaştırdıkça da ezen, küçülten, inciten, yoksullaştıran, sessizleştiren döngüsüne teslim oluyorlar. Kulaklıklar ruhlarımızı uzaklaştırıyor birbirinden. İç çekenleri duymayacaklar, öksürenleri, içli içli ağlayanları duymayacaklar mesela. Bir otobüsün içinde karanlık boşlukları delen en insancıl, en kısık seslerinizi duymayacaklar artık. Bir işçinin tutmayan hesaplarını kendi kendine tekrar edip, sayıklamalarını duymayacaklar. Bu şehri duymayacaklar, bu şehrin gökyüzünü de.
"Şimdi, aziz okuyucular, dilimizde niçin 'part' diye bir kelime olduğunu anladınız değil mi? Şiş göbekler, gövdesi yağ bağlayanlar, tüyü bitmemiş yetimin hakkını sülük gibi emenler, sözlerim sizedir. Particiliği 'part şişirmek' diye anlayanlara karşıyız ve hep karşı olacağız. Sakın ola ki, bu yazımızdan particilikle uğraşanların tamamını kastediyoruz anlaşılmasın. İfademizi başka noktalara çekmesinler. Sözlerimiz kimedir o zaman? Onlar kendilerini iyi bilirler. Hepsinin ipliğini pazara çıkaracağız. Böyle biline."
"Dünyamızda insanların akıllarının başlarından çıkmasına yol açan bir şey var; jüridekiler isteseler bile adil olamazlardı. Bizim mahkemelerimizde, beyaz adamın dünyasıyla siyah adamın dünyası karşı karşıya geldiğinde, her zaman beyaz adam kazanır. Bu ne kadar çirkin olursa olsun hayatın bir gerçeği."
"Atticus bana, sıfatları kaldırırsan geriye gerçekler kalır demişti."
Reklam
Çoğunluğa bağlı olmayan tek şey insanın vicdanıdır.
şiddetle başlayan hazlar, şiddetle son bulurlar. ölümleri olur zaferleri, öpüşürken yok olan, ateşle barut gibi...
binlerce kez beter olsun gece, senin ışığın yoksa. öğrenciler nasıl ayrılırsa ders kitaplarından öyle koşar seven sevdiğine giderken; okula nasıl canı sıkkın giderse öğrenciler, öyle ayrılır seven sevdiğinden.
gözleri gökte olsaydı, yıldızlar da onun yüzünde; utandırırdı yıldızları yanaklarının parlaklığı, gün ışığının kandili utandırdığı gibi tıpkı. ... bak, nasıl da dayamış yanağını eline! ah, eline giydiği eldiven olaydım da, dokunaydım yanağına..
ne yaparsın, böyledir çilesi aşkın, taş gibi oturmuş bağrıma acılarım. benimkine katılınca senin de üzüntülerin büsbütün artıyor derdim, kararıyor gönlüm. iç çekişlerin buğusuyla yükselen bir dumandır sevgi duman dağılınca, tutuşan bir ateş olur aşıkların gözlerinde keder indi mi bir kez aşıkların gözyaşlarıyla beslenen bir deniz oluverir başka ne olabilir? en akıllıca çılgınlık, soluk kesen bir zehir ve panzehir ölümden kurtaran
Reklam
"Avrupai Türk zenginleri laikliği 'sen niye karışıyorsun benim Allah ile ilişkime' bahanesiyle savunurlar." diye devam etti. "Ama aslında laikliği Allah ile hiç ilişkileri olmadan, akıllarına esen her kötülüğü modernliktir diye gönül rahatlığıyla yapabilmek için isterler."
Bazen düşünüyorum, ne garip mahluklarız? Hepimiz ömrümüzün kısalığından şikayet ederiz; fakat gün denen şeyi bir an evvel ve farkına varmadan harcamak için neler yapmayız?
Çocukluğumda babamdan dinlediğim ve hiç anlam veremediğim bir hikaye vardı: Hz. Ali'ye, falanca kişi senin için kötü sözler söylüyor demişler. Hayret etmiş, oysa ben ona hiç bir iyilikte bulunmadım ki demiş.
Bir kaç yıl önce okuduğum, adı galiba Mutluluk olan bir romanda denildiği gibi, biz, bu ülkenin okuryazarları, boşluğa düşen bir trapezci gibiydik. Doğu askısını bırakmış, batı askısını da yakalayamadan aşağı düşmüştük.
Kültürün giyimle atbaşı gittiğine, üniversite eğitimiyle derin bilginin aynı şeyler olduğuna inanarak nasıl da kendini kandırmıştı...
"açlık çekerken aklına dünyanın dört bir yanında ölmek üzere olan binlerce insan gelmişti, ama şimdi ziyafetten yeni kalkmışçasına toktu ve açlık çeken insanlar artık zihnini meşgul etmiyordu."
Reklam
"onun gururunu ben de kolaylıkla hoş görebilirdim. benim gururuma dokunmamış olsaydı."
"insan içinde bulunduğu umutsuz koşullarda, bazen bir zinciri bir saç teliyle koparabileceğini sanır."