"Şehri bırakıp gitmeliydi. Nereye olursa olsun... Bu şehri bırakmalıydı. Dağlarda yatmalı, su başlarında garipler gibi su içmeli, köylerden ekmek dilenmeli, şehirli görünce yol değiştirip koşa koşa kaçmalı, samanlıklarda yatmalı, dağlardan üzüm çalmalıydı."
Sait Faik Abasıyanık'ın 14 hikayesinin bir araya geldiği Lüzumsuz Adam kitabında gündelik sıradan insanların hayatına tanık oluyoruz. Kâh bir balıkçı teknesinde denize açılıyoruz, kâh bir mezara girip mezar taşından tahminlerde bulunuyoruz, bir hikayesinde papaz edendiyle ahbap olurken, bir hikayesinde bir külhanbeyinin hikayesini okuyoruz. Bazen sarhoş olup evini terk etmiş bir daha uğramamış bir dostla yıllar sonra evine dönüyoruz, bazen bir dilenciyi gözlemliyoruz.
Sait Faik anlattığı hikayelerde o insanların arasında biz de dolaşıyormuşuz hissini veriyor. Çok iyi bir gözlem yeteneğine sahip olduğunu, anlattığı hikayelerdeki insanları gerçek hayatta da görebilmemizden anlıyoruz. Fakat bana belki de sıradan insanı anlattığı için bu hikayeler de sıradan geliyor. Bende yeterince derin duygular oluşturmuyor, beni çok etkilemiyor. Yazarın yanında mahallede tur atmaya çıkmışız da mahalledeki insanları bana anlatıyor hissi veriyor.
Altını çizdiğim güzel cümleler oldu fakat genel olarak sevdiğim bir kitap olduğunu söyleyemeyeceğim.
"Kimdir bu sokakları dolduran adamlar? Bu koca şehir, ne kadar birbirine yabancı insanlarla dolu."