Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Yalnızlık
“Berlin'de yalnızsınız değil mi?" dedi. "Ne gibi?" "Yani... Yalnız işte... Kimsesiz... Ruhen yalnız... Nasıl söyleyeyim... öyle bir haliniz var ki..." "Anlıyorum, anlıyorum... Tamamen yalnızım... Ama Berlin'de değil... bütün dünyada yalnızım... küçükten beri..." "Ben de yalnızım..." dedi. Bu sefer benim ellerimi kendi avuçlarının içine alarak: "boğulacak kadar yalnızım..." diye devam etti, "hasta bir köpek kadar yalnız..."
"İnsan en çok sabahları arar sevdiği kadını." Diyor birisi, katılıyorum o sabahlara. Öğleler kaba yaşanır; kalındır. Akşamüstleri ince, hüzünlü. Çiçekler alınıp verilebilir. Sabahtır yalnızlık. Nasıl sabah, nasıl yalnızlık? Ve şiirsel hiçbir yanı yok sanılır! Var mıdır? Vardır. Vardır ama çiçeklerle değil. Kendi başına, zımparataşı gibi acımasız. Ne aklıma gelse bir bakıyorum unutmuşum! (...) ''Her şeyden biraz kalır'' diyor birileri, Çoğulluk haklılıktır. Kavanozda biraz kahve, Kutuda biraz ekmek, İnsanda biraz acı.''*
Reklam
''Freud'un bir incelemesini hatırlıyorum.Edna S.Histerik burun felci vakası.tavşan taklidi yapması rica edildiğinde bunu beceremiyordu..Bu olay çoğunlukla acımasız arkadaşlarının arasındayken onda büyük endişe yaratıyordu.'hadi Liebchen,bize nasıl tavşan taklidi yaptığını göster bakalım'sonra hiç utanıp sıkılmadan burun deliklerini
"Tanrı’nın varlığını düpedüz ve yapmacıksız kabul ediyorum. Yalnız şunu belirtmem gerekir: Eğer Tanrı gerçekten varsa ve dünyayı yaratmışsa, o halde hepimizin çok iyi bildiği gibi onu Öklid geometrisine göre insan aklını da ancak üç boyutu kavrayabilecek şekilde yaratmıştır…boynumu eğerek şunu açıklıyorum ki, böyle sorunları çözmek için gereken yeteneklerden hiçbirisine sahip değilim. Benim aklım, Öklid prensiplerine göre işleyen, yani yalnız bu dünyayı kavrayabilecek bir akıldır…Varlığını bildiğim halde böyle bir dünyanın nasıl var olabileceğine bir türlü inanamıyorum. Kabul edemediğim şey, Tanrı’nın kendisi değil, bunu anla! Ben, yalnız O’nun yarattığı dünyayı kabul edemiyorum.”
"Sevgili Dost, Şimdi kibritini çak ve bana insanların birbirlerinin acılarından nasıl zevk alabildiklerini anlat. Diyelim bunu anlatamadın, o zaman yanı başlarında kendilerine ihtiyaç duyan birine karşı gösterdikleri kayıtsızlığı açıkla."
"İpucu başından beri oradaydı; oyunun başından itibaren. Hamlet şöyle der; Görünen mi dediniz? Olan deyiniz sayın bayan. Görünen yok benim için, olan var. Şunu bir düşünün. Danimarka çürüyüp kokuşmuş. Herkesin Hamletin babası için yas tutması gerekiyor. Annesi özellikle yasta olması gereken kişi. Hamlet'in kral olması gerek. Bunun yerine
Reklam
Atlantik'in dibinde bir kitap var. Anlatacağım, işte onun öyküsü. Belki nasıl sonuçlandığını biliyorsunuz: o tarihte gazeteler yazdı, bazı yapıtlarda da belirtildi: 14 Nisan 1912'yi 15 Nisan 1912'ye bağlayan gece, Titanic gemisi, Newfoundland açıklarında battığında, en ünlü kurbanlarından biri de, İranlı bilge ozan, gökbilimci Ömer Hayyam'ın
"En önemli şeyin bir tür değişiklik yapmak olduğunu sanıyorum" dedi genç kız. "Bilirsin bir şeyleri gerçekten değiştirmek." "Nasıl yani, dünyayı değiştirmek gibi mi?" "Bütün dünyayı değil. Sadece kendi etrafını."
"Ne iş yaparsın?" dedi. "Hamalım ben" dedim... "Nasıl yani?" dedi. "Elimden tutmasını bilenin, yüreğini taşırım" dedim.
Bütün gece yağmur yağdı. Küçük havuzum bir gecede, ağzına kadar dolu bir göl oldu. Uyandığımda, su kaplamıştı her yanı mavi, derin ve uçsuz bucaksız. Bir gecelik yağmur, nasıl da bir göl yarattı küçük havuzumdan? Dün gece geldi yağmur ve aralıksız yağdı karanlık saatler boyu. İlkin anlamamıştım böyle bir mucizenin olacağını. Karanlık odamda yatarken Sravana gecesine sarmalanmış ve dinlerken tarlalarda inleyen rüzgarı, bilmiyordum böyle bir mucizenin olacağını. Şimdi bakın gözyaşlarımdan oluşan şu engin denize, kar beyazı bir nilüfer yüzüyor üzerinde yalnız bir nilüfer, parlak, iyice açmış ve neşe dolu güneşe dönük yüzü. Kim bilir ne zaman açtı bu nilüfer, sonu görünmeyen bu gözyaşı denizinde? Tek başıma oturmuş bakarken bu nilüfere, şaşıyorum geceki hüznümün tomurcuğuna. Tüm kırgınlıklarımdan, uyanık kaldığım gecelerin gözyaşlarından ve sert rüzgarların dağıttığı iç çekişlerimden, nasıl oldu da açtı bu nilüfer? Bu beyaz ve saf nilüfer, nasıl oldu da çıktı gecelerin hüznüyle dolu yüreğimden?
Sayfa 117 - 101 Şiir
Reklam
Saygı olduğu sürece sevgi olmasa bile yürür ilişkiler ama saygılı bir ilişki sevgiyle devam ediyorsa insan onu kaybetmek istemez. Çünkü ikisinin bir arada çalışması insan beyniyle kalbinin çalışmasından çok daha zordur. Saygı beyinle, sevgi kalple oluyor, aslında ikiside birbirine bağlı, beyinsiz bir insanın sevmesi nasıl mümkün değilse kalpsiz bir insanın da sevmesi öyle mümkün değil. Zaten kalpsiz insan, yani kalp durduğunda beyin de ölüyor. Kalp her şey kısacası. Beyin ölse bile kalp attığı sürece insan ölmüş sayılmıyor.
Sayfa 349Kitabı okudu
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.