Dokunduğu her ortama can verirler.
Verdikleri sadece sevgidir.
Asla vermekten kacmazlar.
Dokunduğu yüreklerde kelebekler uçuşur.
Onlar sevgi odaklı her yerde olabilirler.
Gittikleri her ortam aşk kokar.
Ne hoş bir duygudur;
Farkındalığın,
Farkında olmak
Ben size ne yaptım,
Ne kötülüğüm dokundu size
İnanın - hoş niçin inanacaksınız-
Sizi şu ana kadar tanımazdım
İnanmak, bilmek yakışmaz size
Karşıma çıkmayacaktınız.
Karşımda bir resim gibi şimdi
Kurmadığım düşlerin çizdiği, siz
Hem gözüme hem düşünceme
Çakılıp kaldınız
Renklerinize ve biçimlerinize
Düş dışı gerçeklerin çizdiği siz
Hawking, “hayali zaman”ın varlığını önerirken, kendi uzmanlık alanı olan fizikten felsefeye geçmektedir. Çünkü bu kavram bilimsel gözlem ve deneyden kaynaklanan bir kavram değildir. Benim gibi, bilgide bölünme olmadığını, felsefe ve fizik gibi bilgi alanlarının hepsini gerçekliğe ulaşmak için birleştirmek gerektiğini savunan biri, bir fizikçinin felsefe yapmasını, bir felsefecinin fiziki problemlere girmesi kadar hoş karşılar. Fakat sorun Hawking’in felsefe yapması değil, ne kadar doğru felsefe yaptığıdır. Bu noktada “hayali zaman” kavramının fizik ve felsefe açısından gerçekliğini tartışma aşamasına geliyoruz. Soruyu felsefi ağız ile sorarsak “Hayali zamanın ontolojik gerçekliği nedir?” ana sorumuzdur.
Çoğu zaman yorgun argın bir şekilde işten çıkıyoruz. Gündelik hayatın koşuşturmacası bizi hırpalıyor. Kendimizi değersiz hissediyoruz. Değersiz hissinin yanında bir de başarısız ve yetersiz görmeye başladığımız zaman ne kadar enerjimiz varsa bitip tükeniyor. Artık tek istediğimiz bir an önce eve gidip yatağın içine girmek ve oradan çıkmamak oluyor. Yatağa yattığımız anda düşünceler üşüşmeye başlıyor zihnimize. Başarısız olduğumuzdan, hatalar yaptığımızdan ve beceriksizliğimizden, herkes hızla yol alırken bizim bir arpa boyu ilerleyemeyişimizden bahsedip duruyor. İyice büzülüyoruz. Gerçekten değersiz hissediyoruz. Hissetmekle kalmıyor buna inanıyoruz. Hoş geldin depresyon...
Bu durum bize bir yerden tanıdık geldi mi? Geldiyse şaşırmıyoruz çünkü depresyon artık grip kadar sıradan ve yaygın bir ruh hali. Hepimiz isteksiz, hepimiz düşük bir enerjiyle güne başlayıp günü bitiriyoruz. Kafamızda sürekli bizi eleştiren ve hiç susmayan sesler var. Onlara inanıyoruz. Mesela otobüsü mü kaçırdık. Bunu hep yaparız zaten çünkü beceriksizin biriyiz. Değersizin biriyiz biz. Bir şeyi hak etmiyoruz. Herkes ne güzel mutlu mutlu
Sabahattin Ali'nin eşine ve kızına yazdığı mektuplardan oluşan bu kitabı çok sevdim. Bu kitapta Sabahattin Ali'nin biraz daha iç dünyasına yolculuk yapmak mümkün. Eşine olan hoş iltifatları ve müthiş ilgisi, zor zamanında bile, Aliye Hanım zorluklar çekmesin diye onu düşünmesi kendisinin ne kadar harika bir eş olduğunu gösteriyor. Kızını, Filizini hep desteklemesi, ona güzel şeyler öğretmesi, ondan sevigisini esirgememesi ne kadar iyi bir baba olduğunun göstergesi. Canım Sabahattin Ali, Canın Aliye ve Ruhun Filizle keşke daha çok güzel vakitleriniz olsaydı, bizler onları okumaya doyamazdık.
Keyifli okumalar diliyorum, bu kitap fazla sevgi içerir ve sizde bundan fazlasıyla etkilenebilirsiniz :)
“Ne hoş bir güzelliği vardır hafif adımlarla,
dünyadan gülümseyerek geçenlerin. Kimseye bir kötülüğü dokunmadan yaşayanların,
onurlu bir yaşamı seçenlerin.”
Virginia Woolf
Her türlü görev ve sorumluluktan uzak, her şeyi huzur içinde düşünmek, tatlı rüyalara dalmak, bir an gözlerinizi kapattığınızda yatağınızın yanı başına geliveren o güzel hayallerle baş başa kalmak ne hoş olur.
Bazı kitaplar vardır okunur; bazı kitaplar vardır satırları yaşamak için aracı olsun. Her hikâye ağzımda farklı bir tad bıraktı desem de yeridir. Yer yer suratımda tatlı bir tebessüm, hüzün, sinir ya da burukluk bıraktıran bu eser; Anadolu'nun insanı yakından gözlemlememizi, onların misafiri olmamızı sağlıyor. Samimi ve hoş denilebilecek bir üsluba da sahip diyebilirim yazar için. Okurken hiç sayfaları çevirdiğimin bile farkına varmadım. Düşmanıma bile önerebileceğim bir eser.
Memduh Şevket Esendal durum hikâyecisi olarak çokca methediliyor. Lâkin ben bu hikâyeleri okurken bunu çok fark edemedim. Bana daha çok olay hikâyesi gibi geldi. Söz gelimi
Sait Faik Abasıyanık'ın öykü kitabını okuduğumda durum hikâyeciliğini baya hissettim.
Otlakçı ona kıyasla bana bir tık daha olaya kaçıyor gibi hissettirdi. Bilmem siz ne düşünüyorsunuz, sormak gerek?
OtlakçıMemduh Şevket Esendal · Can Yayınları · 2023706 okunma
Hoş beşten sonra, hoca bana ne yapacağımı sordu. Ben de kendisine kararsızlığımı anlattım. Bana şunları söyledi: “Tereddütü bırak ve tahsile devam et. İnsan, İhtiyarlılığa kadar ömrünün her çağında iş hayatına atılabilir ve az çok muvaffak olur. Fakat okuyup öğrenmenin muayyen bir çağı vardır. Sen bugün bu çağdasın. Bu çağı geçirirsen ona bir daha dönemezsin ve istidadina heder etmiş olursun. Okuyup öğren de sonra istersen tüccar ol. Bunda bir zararın olmaz.”