Oku! Kalemle (yazmayı) öğreten, (böylece) insana bilmediğini bildiren rabbin sonsuz kerem sahibidir.
[Bu beş âyet Hz. Peygamber'e inen ilk vahiy olduğu için bu sûre ilk gelen sûre kabul edilir. Allah Teâlâ Hz. Peygamber'in şahsında bütün müslümanlara okumayı emretmiş, onları kalemle yazmaya ve ilimde gelişip yetkinleşmeye teşvik etmiştir. Bu durum okumanın ve ilmin dinde ve insan hayatındaki önemini göstermektedir. Kur'an'ın, canlılar arasında insanın farklı ve üstün yerini, onun öğrenme özelliği ile tanımlaması son derece anlamlıdır. Âyette okumanın konusu belirtilmemiştir; çünkü başta kendisine indirilen vahiy ve kozmik evrendeki âyetler olmak üzere okunması, hakkında bilgi edinip ders ve ibret alınması gereken her şeyi okuması istenmektedir.]
Cahillikten ne kadar nefret ediyorum! Caliban'ın cahilliğinden, kendi cahilliğimden, dünyanın cahilliğinden! Ah, öğrenmeyi ne kadar, ne kadar, ne kadar istiyorum. Ağlayabilirim, öylesine çok öğrenme arzusu duyuyorum ki.
EĞİTİM MARTAVALI
Richard Dawkins, yıllar önce şöyle bir tespitte bulunmuştu:
“Dünyadaki bütün Müslümanların aldığı Nobel ödülü sayısı, Cambridge Üniversitesi’nin Trinity Kolej’inden mezun olan öğrencilerin aldığı
Nobel ödülü sayısından daha azdır.”
Yani koskoca ülke, sadece bir kolej kadar düşünebilen adam çıkaramıyor. Bu olayın sebeplerinden biri bence şudur: Mesela bir grup öğrenciye test verdiğinizi düşünün. Siz, bu testin cevaplarını, çocuklara testle
birlikte verirseniz çocuklar, bu testi çözerler mi? Hayır çözmezler! Aynı
bunun gibi, çocuklara “Her şeyi Tanrı yarattı,” diyen bir zihniyet, aklı
sıra çocuklara evrendeki bütün soruların cevabını veriyor. Dolayısıyla
çocuklar, evrene veya yaşama dair hiçbir şeyin üstüne düşünme gereği
duymuyorlar. Yani, merak duyguları köreliyor. Ve ortaya hiçbir şey üre-
temeyen, sürekli tüketen zihinler çıkıyor. Neticede zekâ dediğiniz şeyin
yakıtı merak, yani öğrenme hazzıdır. Hazır cevaplar, merak duygusunu
öldürür ve zihni tembelleştirir. Dolayısıyla, bir kafada soru işaretinin
oluşmaması, o kafada cevabın oluşmamasından daha kötüdür. Çünkü zihin, o zaman bir kendini tekrarlama ya da durma noktasına gelir. Müslüman toplumlar bu anlamda kötü bir şöhrete de sahiptirler, kendileri
soru soramadıkları gibi soru sorabilen zihinleri de sürekli bastırmışlardır
ve ortaya böyle, derinliği olmayan yüzeysel zihinler çıkmıştır. Yani demem o ki bu sistem, bu haliyle, kendi kendisini ısıran bir yılan gibidir.Ağzındakini ne yutabilir ne de tükürebilir
Ertelediğiniz bir durumu düşünün. Bir parçanız harekete geçmelisin derken diğer parçanız ertelemek için direnmektedir. Hangi parçanın üstün geleceğini belirleyecek olan şey, acı ve zevki bu parçalara nasıl kodladığınız olacaktır.
“Sabırlı ol.Unutmaki başkalarının öğrenmek için bir ömür verdiği şeyleri sen bir kaç haftada öğrenmeyi başardın.Sen bilgi emmekten sırılsıklam olmuş kocaman bir sünger gibisin.Yakında olayların arasındaki bağlantıları birbirinden farklı öğrenme dünyalarının nasıl bir ilişkide olduğunu görmeye başlayacaksın.Hem de tüm seviyeleriyle devasa bir merdivenin basamakları gibi...Sen etrafındaki dünyayı daha çok,daha çok görmek için daha yükseğe, daha yükseğe tırmanacaksın.”
Belirlenen hedef ve amaçlar;
Gerçekçi değilse umut beklenmez.
Zorlu değilse motivasyon sağlanmaz.
Yeterince anlaşılır olmadığında, amaçtan kolay sapılabilir.
Hedef için net bir tanım yapılmadığında yeterli performans ölçümü yapılamaz ve öğrenme zarar görebilir.
Bilgisayarda videolar izlemek ve problem çözmek bir çocuğun egitiminin tamamını oluştursun gibi bir vizyonum hiçbir zaman olmadı, sanırım bu artık yeterince açıktır.
Tam tersine.
Ben eğitimi daha verimli kılmak , çocukların temel kavramları daha kısa sürede öğrenmesini, böylece başka öğrenme türlerine daha fazla zaman kalmasını sağlamak istiyordum. Yaparak öğrenmeye.
Üretici ve zihin geliştirici bir şekilde eğlenerek öğrenmeye. Buna gizlice öğrenmek diyebilirsiniz. Eğitimin bu diğer yanlarını sınamak için yaz kampları mükemmel bir deneme alanı sağlıyordu.