Tutku, dans ve şiir arasındaki uç noktalarda yaşanan gerçek bir aşk hikâyesi.
#isadoraduncan, 20 yılı aşkın bir süredir Berlin'den Paris'e ve New York'a kadar tüm salonları dolduran, kendine özgü dans stiliyle herkesi büyülemiş bir dansçı.
Lüks hayatı, o ışıltılı dünyayı seven ve her zaman cömertliği ile anılan bağımsız bir kadın.
Bugün hâlâ Rusya'nın en önemli şairlerinden biri olarak kabul edilen ve “yeni Puşkin” olarak anılan #sergeyyesenin ‘in bu ihtişamlı dünyayla hiçbir ilgisi yoktur. Rusya'nın köylerindeki yoksul çiftçilerle, kır hayatı ile ilgilenir ve kendisi de bu yoksulluk içinde büyümüştür.
1921’ de ikisi tanışır, âşık olur ve evlenirler
ve iki dünya birbiriyle çatışır, bir çift daha da farklı olamaz. Eşit olmayan çiftin ortak bir tek noktası var: kıskançlık. İsadora ve Sergey üç yıl boyunca zıtlıklarla dolu bir hayat sürdüler.
Batı dünyasının metropollerinde kendini evinde gibi hisseder “köy şairi" ama kısa sürede Rusya’yı özler. İçiyor, otel odalarını parçalıyor, aldatıyor, hakaret ediyor ve İsadora’ya şiddet uyguluyor. Onunla lüks dolu bir dünyada yaşıyor ve yine de kendini bir mahkûm gibi hissediyor. Her ikisi de ilişkilerinde neredeyse yok oluyorlar, ancak diğerinin yokluğuna çok daha az dayanabiliyorlar.
Carola Stern, iki önemli şahsiyetin hayatlarını çok başarılı bir şekilde bizlere yansıtıyor. Işıltılı dünyadan uzak, kasvetli gerçekliğe ve şöhretin ardındaki gerçek İsadora ve Sergey’in hem kişiliklerini hem de tutkulu aşklarını okuyoruz.
Friedrich Nietzsche
Jack London’ın başyapıtı olduğu söylenir genelde Martin Eden için. Hayatından büyük izler taşıdığı için de “yarı otobiyografik bir roman” olarak değerlendirilir. Ve büyük bir aşk ve mücadele romanı olduğu da dile getirilir birçok yerde. Bunlara ek olarak daha birçok
