"Bir kadını sırf güzelliği için sevmek mümkün mü? Bu bir heykeli sevmek gibi bir şey olmaz mı?" diye sorar Tolstoy. Victor Hugo da onu şöyle destekler: "Sadece bedenleri, şekilleri, görüntüleri sevenlere ne yazık. Ölüm her şeyi yok edecek; ruhları sevmeyi deneyin."
Ölüm...
Asırlardır insanoğlunun en büyük muamması, hayatın sonu ama başka birçok şeyin başlangıcı, akılda kalan acı, hissedilen umutsuzluk ve daha nice düşünce. Hayat mücadelesinin bir anda hiçbir anlamı olmadığını, dünyevi her şeyin cazibesini yitirdiği o "an"...
Tolstoy'un da hayatında ayrı bir yeri var ölümün. Önce daha iki
“Kendini dünya acısı aracılığıyla tanımlayan, yabancılaşmanın verdiği ıstırabın duygusu olarak gören Romantizm akımın üzerinde Eichendorff’un bu akıma isyan eden “güzel yabancı” ibaresi süzülür. Uzlaşmanın sağladığı ortamda, yabancı olan, felsefenin emperyalizmi aracılığıyla ilhak edilmeyecek, yabancının belli bir yakınlıkla durmakla birlikte
"Bir kadını sırf güzelliği için sevmek mümkün mü? Bu bir heykeli sevmek gibi bir şey olmaz mı?" diye sorar Tolstoy.
Victor Hugo da onu şöyle destekler: "Sadece bedenleri, şekilleri, görüntüleri sevenlere ne yazık. Ölüm her şeyi yok edecek; ruhları sevmeyi deneyin."
Ahmet Muhip Dıranas, Cumhuriyet’ten sonraki Türk edebiyatının önemli bir
fikir ve sanat adamıdır. Ki O sadece edebiyatla değil, resim, fotoğrafçılık gibi sanatın pek çok dalıyla yakından ilgilenmiştir. Dıranas’a göre sanat insanoğlunun ferdî ve maşerî ölüme karşı bulduğu tek çaredir.
Dıranas, hocası Ahmet Hamdi Tanpınar gibi, şiirde dil ve
Emile Zola 'nın 1880 yılında tamamladığı, Dünya Klasikleri arasında olan ve adını eserin kahramanından alan
Nana 20 ciltlik Les Rougon-Macquart serisinin dokuzuncu kitabıdır. Paris'in çürüyen toplum yapısını bir kadının hayatı üzerinden anlatan Nana, yazarın daha önce okuduğum
Romeo aylarca peşinden koştuğu, uğruna onca yaş döktüğü , odasından çıkmadığı, her gittiği yerde ona deli gibi aşık olduğunu söylediği Roseline'ı , balo da Juliet'i gördüğü anda unutuverir . Hatta kendisi bu ana dek hiç aşık olmadığını söyler ve hemen sonrasında o çok ünlü olan balkon konuşmasını yapar . Kısa sürede de kilisede evlenirler. Kendi
Bir adam güzel bir kadınla evlendi. Onu çok seviyordu. Bir gün kadın deri hastalığına yakalandı. Yavaş yavaş güzelliğini kaybetmeye başladı. Bir gün kocası bir iş için ayrıldı. Dönüş yolunda kaza geçirdi ve görme gücünü kaybetti. Ancak aile hayatı her zamanki gibi devam etti. Ama günler geçtikçe kadın güzelliğini yavaş yavaş kaybetti. Adam sevmeye devam etti, kadın da onu çok seviyordu. Bir gün kadın öldü. Ölümü adama büyük bir üzüntü verdi. Tüm ritüellerini tamamladı ve şehri terk etmek istedi. Arkadan bir adam yaklaştı ve dedi ki:
"Nasıl yalnız yürüyeceksin? Bu günlerde karın sana yardım ederdi." dedi. Adam cevap verdi:
"Ben kör değilim. Böyle davrandım çünkü bu hastalık yüzünden cildinin durumunu gördüğümü bilseydi hastalığından daha çok incinirdi. Onu sadece güzelliği için sevmedim, aynı zamanda şefkatli ve sevgi dolu doğasına aşık oldum. Ben de kör taklidi yaptım. Sadece onu mutlu etmek istedim."
Velhasıl anlıyoruz ki birini gerçekten sevdiğinizde, onu mutlu etmek için sonuna kadar yanında yürürsünüz. Bazen kör davranmak ve mutlu olmak için başkalarının küçük sorunlarını görmezden gelmek bize iyi gelir. Güzellik zamanla solacak ama kalp ve ruh hep aynı olacak. İnsanı sırf görünüşü için değil, kalbindekiler için sev.
"Sadece bedenleri, şekilleri, görüntüleri sevenlere ne yazık! Ölüm her şeyi yok edecek. Ruhları sevmeyi deneyin."
~Victor Hugo
Bir kadını sırf güzelliği için sevmek mümkün mü ? Bu bir heykeli sevmek gibi bir şey olmaz mı ? " diye sorar Tolstoy. Victor Hugo da onu şöyle destekler : " Sadece bedenleri, şekilleri, görüntüleri sevenlere ne yazık. Ölüm her şeyi yok edecek ; ruhları sevmeyi deneyin.
*Ağlamak isterdim. Yazık ki kalbimi bir çölden daha çorak hissediyordum.*
*"Seven bir ruh, gönüllü olarak itaat etmekten mutluluk duyar; ancak hiçbir şey huzuru aşksız bir itaat kadar gölgeleyemez."*
Arka Kapak..
Nobel ödüllü yazar André Gide’in Pastoral Senfoni’si, okura birden fazla dünyanın kapılarını aralayan, huzur arayan,
Birgün Resulallah (Sallallahü aleyhi ve sellem), İmam-ı Ali`ye (Kerremallahü vecheh ve radıyallahü anh), (Ya Ali! Senin, namazın farzına, vacibine, sünnetine, müstehabına riayet etmen gerekir!) buyurunca, Ensar`dan bir zat dedi ki : ( Ya Resulallah! İmâm-ı Ali bunların hepsini bilir. Bize de bunların faziletini anlatır mısınız? Biz de ona göre
Bilmem fark ettiniz mi, nerede muhteşem bir yapıt varsa zorlu yaşam sürmüş insanların ellerinden çıkıyor.
Hayat insanları yoğurmayınca, ekmek olmuyor demek ki...
Furuğ Ferruhzad
İranlı bir şair.
Yaşadığı coğrafyada ne kadar acı varsa hepsinden biraz tatmış bir şair.
Erken bir evlilik yapmış, boşanmanın normal karşılanmadığı coğrafyada boşanmış, sırf
Alevlerin güzelliği şafak sökümünü andıran, saf, yüce bir ölüm yanılsaması yaratır.
Alevlerin içindeki özdeksiz ölüm akkor kanatlan akla getirir.
Yalnızca kelebekler mi böyle ölür?
Ya kendi alevlerinde kavrulup ölenler?