Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Soğuk kış gecelerinde evlerinin tam ortasındaki demir sobada meşe odunları yanarken, üzerine elma kabukları koyarken ve odanın tavanına yansıyan kızıl ışığı seyrederken düşünürdü ölümü. Ölümün rengi kızıl mıydı? Ölüm ateş renginde miydi? Yoksa bacalarına elma kokusuna gelen kuşların renginde miydi?
Kim Özlerdi Avuç İçlerinin Kokusunu
O kadar da önemli değildir bırakıp gitmeler, arkalarında doldurulması mümkün olmayan boşluklar bırakılmasaydı eğer. Dayanılması o kadar da zor değildir, büyük ayrılıklar bile, en güzel yerde başlatılsaydı eğer. Utanılacak bir şey değildir ağlamak, yürekten süzülüp geliyorsa gözyaşı eğer. Yüz kızartıcı bir suç değildir hırsızlık, çalınan birinin
Reklam
Ölüm yok oluştur·, her şeyin yok oluşu. Yok olmak ne zaman çare olmuş ki! Ama ya ha­yat; biliyorum ki en kirli, en umutsuz hayat bile Çare olabilir. Çünkü umut vardır onda, umut ışığı, umut tohumu vardır için­ de, her zaman ve her şart altında... "
Eğer bir köpek besliyorsan kendin havlamak zorunda kalmamalıydın.
"Yüzünde çiçek açtırmadığınız insanların en son mezarında da çiçek açtırmayın." Ben bunu yaşadım ve çokta sinir oldum. Yaşarken -kim olursa olsun- acısı ve yarası olduğunuz insanların mezarında size gözyaşı dökmek bile hak değil ki daha mezarına çiçek koymak? Hayırdır öldürdüğünüz mutluluklarını bir çiçekle mi kapatmaya çalışıyorsunuz?
Mapushane penceresindeki ışığı, işte bu garip Osmanlı dünyasının çocuksu tekniğiyle resmetmişti. Sabah ışığında doğumun umudu, öğle vaktinde bir çeşit yaşama açlığı, akşam zamanında ölüm, alacakaranlık, sonra yokluk...
Sayfa 417 - İthaki YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Bizi alçaltan bu kanlı zafer taçları işte Öptüğümüz o pis eller O maymun maskara soytarılar Küçük orospular Kirli zevklerimiz Yatağımıza giren frengili kadınlar Aldığını geri vermez bir karanlık dört yanımızda Hangi perdeyi aralasak gece Hangi taşı kaldırsak çaresizlik Ölüm isli bir fener ışığı bu karanlıklarda Ölüm yorgun askerlerin tek umudu sıcak Biz bu ölümerle yakınız ölümsüzlüğe Bu karanlıklarla uzak
Olmemişti. Belki de karanlık ruhlar, yeraltı dünyasından gelen yaratıklar, ölmüyordu. Ama bir sıkımlık canı kalmıştı. O artık amansız bir avcı değil, yıkılmış ve ihanete uğramış biriydi. Bir zamanlar şıldayan yüzünde gözyaşlarının derin isleri vardı. Prens biraz daha yaklaştığında göz göze geldiler. Kadın gülümsediğinde sivri dişleri göründü.
Ey şiir ne çok acı var içinde...ne çok kırılmış kalbin
GENELEV MEKTUPLARI I. Tenime yabancılaştım, etime Göğsüme kollarıma kalçalarıma Bacaklarıma yabancılaştım. Saçlarım o eski güzelliğini Çoktan yitirdi
Sayfa 30 - Kırmızı Kedi YayınlarıKitabı okuyor
Ölüm dudaklarını puslu bir maviye boyamıştı. Gözleri açıktı ve kornea havaya maruz kaldığı için kuruyup bulutlanmıştı. İnsan yaşarken gözlerinin parlamasının sebebi buydu işte. Kornea nemli olunca ışığı yansıtıyordu ama gözler kırpılmadığı zaman kornea da nemlenmiyordu. Böylece gözler kuru, bomboş bir görüntüye bürünüyordu. Yani insan öldüğü zaman gözlerin canlılığını yitirmesinin sebebi ruhun bedeni terk etmesinden değil göz kırpma refleksinin kesintiye uğramasından kaynaklanıyordu..
Sayfa 62 - Martı YayınlarıKitabı okudu
Reklam
"Acını dindireceğim," diyor, "ama ölmek, öldürmek çare değil... Ölüm yok oluştur, her şeyin yok oluşu. Yok olmak ne zaman çare olmuş ki? Ama hayat biliyorum ki en kirli, en umutsuz hayat bile çare olabilir. Çünkü umut vardır onda, umut ışığı, umut tohumu vardır içinde, her zaman ve her şart altında..."
Sayfa 170 - İthaki yayınlarıKitabı okudu
"O kadar da önemli değildir bırakıp gitmeler, arkalarında doldurulması mümkün olmayan boşluklar bırakılmasaydı eğer. Dayanılması o kadar da zor değildir, büyük ayrılıklar bile, en güzel yerde başlatılsaydı eğer. Utanılacak bir şey değildir ağlamak, yürekten süzülüp geliyorsa gözyaşı eğer Yüz kızartıcı bir suç değildir hırsızlık, çalınan
Var olmak mı, yok olmak mı, bütün sorun bu! Düşüncemizin katlanması mı güzel, Zalim kaderin yumruklarına, oklarına, Yoksa diretip bela denizlerine karşı Dur, yeter! demesi mi? Ölmek, uyumak sadece! Düşünün ki uyumakla yalnız Bitebilir bütün acıları yüreğin, Çektiği bütün kahırlar insanoğlunun. Uyumak, ama düş görebilirsin uykuda, o kötü! Çünkü o ölüm uykularında, Sıyrıldığımız zaman yaşamak kaygısından, Ne düşler görebilir insan, düşünmeli bunu. Bu düşüncedir uzun yaşamayı cehennem eden. Kim dayanabilir zamanın kırbacına? Zorbanın kahrına, gururunun çiğnenmesine, Sevgisinin kepaze edilmesine, Kanunların bu kadar yavaş Yüzsüzlüğün kadar çabuk yürümesine. Kötülere kul olmasına iyi insanın Bir bıçak saplayıp göğsüne kurtulmak varken? Kim ister bütün bunlara katlanmak Ağır bir hayatın altında inleyip terlemek. Ölümden sonraki bir şeyden korkmasa, O kimsenin gidip de dönmediği bilinmez dünya Ürkütmese yüreğini? Bilmediğimiz belalara atılmaktansa Çektiklerine razı etmese insanı? Bilinç böyle korkak ediyor hepimizi: Düşüncenin soluk ışığı bulandırıyor Yürekten gelenin doğal rengini. Ve nice büyük, yiğitçe atılışlar Yollarını değiştirip bu yüzden. Bir iş, bir eylem olma gücünü yitiriyorlar.
"Ay ışığı, su sesi, gecelerin ölüm dolu karanlığı, yıldızların korkak bakışları, sevginin kanlı tırnakları, uçurumların yutucu derinlikleri, büyülü gözler, benliği silen düşüş, beni unut ve beni unutma kaçıyorum ve seni seviyorum..." Daha bir sürü lakırdı.
Sayfa 102 - Yapı Kredi Yayınları, 1. BaskıKitabı okudu
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.