Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Ötüken Dergisinin İşleri: Ötüken'e gelen şiirleri okuyup basılabilecek olanları seçmek de Atsız'ın işidir. Bu arada bir de roman yarışmasında jüri üyesidir: "Ötüken hakkındaki tenkitlerinde de haklısın ama ne yapalım? Eldekiler bunlar. Daha iyi şiir istiyorsun. Ben, bana gelen okkalarla şiirin en iyilerini seçip Sançar'a
Atsız'ın Dostları ve Ziyaretçileri: Türk milliyetçiliğinin "uyutulma dönemi"nde Atsız'ın da faaliyetleri sınırlıdır. Günleri, yollarda ve Süleymaniye Kütüphanesi'nde geçmektedir. Tanıdıkların, kendisini merak eden Türkçülerin ziyaretlerinin de ardı arkası kesilmemektedir. Ya bilhassa öğle tatillerinde kütüphanede, ya da
Reklam
82. Örneğin “Papa, bazilikanın inşası gibi oldukça önemsiz bir gerekçeyle, kirli bir para karşılığında sonsuz sayıda ruhun günahını bağışlayabiliyorsa, niçin oldukça haklı bir gerekçeyle, kutsal sevgi ve ruhların nihaî ihtiyacını gidermek uğruna Araf”ı boşaltmıyor?” 83. Yine, “Günahları bağışlanmış olanlar için dua etmek yanlışsa, niçin ölenler için yapılan bağışlar geri ödenmiyor ve geri ödenmesine izin verilmiyor da, cenaze ve ölüm yıldönümü ayinleri yapılıyor?” 86. Yine, “Niçin serveti, zengin Crassus'un servetinden” daha büyük olan Papa, biricik Aziz Petrus Bazilikası'nı kendi parasıyla değil de, inançlı fakirlerin parasıyla inşa ediyor?”
‘ Ölüm yıldönümü, biriyle yaşanabilme ihtimali sonlandırılmış geleceğinizdir.’
Birinin doğum günü, diğerinin ölüm yıldönümü..
Şaşmamak gerek bu duruma
Radyonuzda 28.11.1964 günü saat 21-21:30 arası yayımlanan “Bir Portre” programında, şair Orhan Veli’nin 14. ölüm yıldönümü hâtırası anıldı. Büyük şairin ölümü üzerine parçalar ve Orhan Veli'nin kendi eserlerinden seçilmiş bazı şiirleri okundu. “Yol Türküleri” isimli şiiri okunurken “Arifiye Köy Enstitüsüne ait” olan kısmın çıkarılmış olması gözden kaçmadı. 1 - Şiiri tahrif etmek, şairin hâtırasına ne dereceye kadar saygı göstermektir. 2 - Köy Enstitüsü sözü, bir kültür kurumu olan Devlet Radyosunca neden sakıncalı görülmüştür? 3 - Bir sanat yapıtının, siyasi görüş ve kanaatle bir nevi sansüre uğratılması sizce de sanat özgürlüğü anlayışına aykırı değil midir? 4 - Bu tutumunuz halkın Devlet Radyosuna olan güvenini sarsmaz mı? Büyük şairden İstanbul Radyoevi adına özür diliyoruz.
Reklam
Doksan Beş Tez
83. Yine, "Günahları bağışlanmış olanlar için dua et­mek yanlışsa, niçin ölenler için yapılan bağışlar geri öden­miyor ve geri ödenmesine izin verilmiyor da, cenaze ve ölüm yıldönümü ayinleri yapılıyor?"
Bu yazıyı yazmamın nedeniyse, genç bir kızın uzaktan yolladığı mektup. Yazıyı okuyunca bana küsmüs; Turgut Uyar’ı anan yazılarımı dört gözle bekliyormuş. Çok içten, çok dokunaklı bir mektup doğrusu. (Oysa o yazıda da benzer sakıncalara değinmiştim, umarım bu yazıyı okur ve ne demek istediğimi daha iyi anlar.) Ama benim de bu tür gerçekten vefalı okurlara bir önerim var. Neden anma günlerini ve yazılarını başkalarına devrediyorlar, kendileri bir girişimde bulunmuyorlar? Ben, yerlerinde olsam herhangi bir tarihi seçerdim, ille bir yıldönümü gerekiyorsa Uyar ‘ın doğum günü olan 4 Ağustos'ta anılmasını yeğlerdim. Nasılsa şiirleri yaşıyor. Ölüm tarihini asla seçmezdim.
Sayfa 467Kitabı okudu
“ Unutursunuz beni; ama belki bir yıl, heyhat, belki daha da uzun bir süre sonra okuduğunuz hüzünlü birkaç satır, bir ölüm, yağmurlu bir akşam size beni hatırlatırsa bana büyük lütufta bulunmuş olursunuz. Bundan böyle sizi asla göremeyeceğim, asla… ancak ruhum görebilecek sizi; bunun için de aynı anda birbirimizi düşünmemiz gerekir. Ben canınız isterse girebilesiniz diye ruhumun daima size açık olması için hep sizi düşüneceğim. Oysa davetli öyle gecikecek ki! Kasım yağmurları mezarımdaki çiçekleri çürütmüş, haziran güneşi yakmış olacak, ruhum her an sabırsızlıkla ağlayacak. Ah! Umarım bir gün bir yadigarın görüntüsü, bir yıldönümü, düşüncelerinizin akışı hafızanızı benim sevgimin yakınına götürür; o zaman sizi duymuş, görmüş gibi olurum, gelişinizi kutlamak için bütün çiçekler büyüyle açar. Bu ölüyü düşünün, Fakat heyhat! Bütün coşkunluğuyla hayatın, gözyaşlarımızın, sevinçlerimizin ve dudaklarımızın yapamadığını ölümün ve sizin ağırbaşlılığınızın başaracağını umabilir miyim ki? “
Anneciğimin ölüm yıldönümü. Urt'te gündüz vakti. Urt, bomboş ev, mezarlık, yeni kabir (çok yüksek, çok masif ona göre, son günlerde ne kadar ufak tefekti); yüreğim yatışmıyor; ruhsuz gibiyim, iç dünyamdan hiç hayır yok. Yıldönümünün bu simgeselliği bana hiçbir şey getirmiyor.
Sayfa 218 - Yapı Kredi YayınlarıKitabı okudu
Reklam
"Unutmadan," dedi Webster, "Jon Culver, bugünün Güneş Sistemi'nde işlenen son cinayetin yüzyirmibeşinci yıldönümü olduğunu size hatırlatmamı istedi.Kasti şiddetten kaynaklanan bir ölüm yaşanmaksızın geçen yüz yirmi beş yıl."
- İnsanın adı Ömer olunca, Kâşan taraflarına gelmek pek akıl kârı değildir. Hayyam çok şaşırmış gibi yaptı. Halbuki imayı gayet iyi anlamıştı. Peygamber'in ikinci halifesi olan Hz. Ömer'in adını taşıyordu; Şiiler Hz. Ali'nin bu inatçı rakibinden tiksinirlerdi. O sırada İran nüfusunun büyük çoğunluğu Sünni'ydi gerçi, yine de birkaç Şii bölgesi belirmeye başlamıştı. Tuhaf geleneklerin sürüp gittiği vaha kentleri, Kum ve Kâşan bunlardandı. Halife Ömer'in ölüm yıldönümü her yıl gülünç bir karnavalla kutlanırdı. O gün kadınlar allanıp pullanır, tatlılar pişirir, şam fistığı kavurur, çocuklar taraçalara yerleşir ve yoldan geçenlerin üzerine kova kova su boşaltıp neşeyle haykırırlardı: "Allah Ömer'in belasını versin!" Halife'nin temsili bir kuklası yapılır, kuklanın eline ipe dizili tezeklerden yapılma bir tespih tutuşturulur, şarkılar eşliğinde mahalle mahalle dolaştırılır- di: "Mademki adın Ömer'dir, mekânın cehennemdir, seni şerir başı seni, seni alçak gasıp seni!" Kum ve Kaşan kunduracıları ürettikleri kunduraların köselelerine "Ömer" yazmayı âdet edinmişlerdi; katırcılar bu adı hayvanlarına koyuyor, ne zaman değneği indirecek olsalar onlara "Ömer" diye seslenmekten ayrı bir zevk alıyorlardı ve avcılar tek bir okları kaldığında "Bu da Ömer'in kalbine!" diye mırıldanarak takıyorlardı onu yaya.
Manisa Tarzanı 1899'da, o zamanlar Osmanlı toprağı olan Irak'ın Samarra şehrinde doğuyor. Asıl adı Ahmet Bin Carlak. Hayatını, Manisa'yı tüm Türkiye'ye örnek olacak şekilde ağaçlandırmaya adamış ve yaşadığı süre boyunca binlerce ağa dikmiş. Spil Dağı'nda yaşayan ve Manisa sokaklarında üzerinde sadece şortla dolaşan Ahmet Bedevi'ye halk Manisa Tarzanı adını takmış. 1 Haziran 1933'te 30 lira aylıkla bahçıvan yardımcısı olarak Manisa Belediyesinin kadrosuna alınmış. Kendisi de yoksul olduğu halde belediyeden aldığı aylığı fakirlere yiyecek ve giyecek almak için harcayacak kadar yardımsever. Yaşamında fazla masrafı olmadığından paraya ihtiyaç duymaz, kazancını fakirler için harcarmış. 1963 yılında hayatını kaybedince Manisa halkınca bir efsaneye dönüştürülmüş, heykeli dikilmiş. Her yıl ölüm yıldönümü olan 31 Mayısta Manisa'da Ahmet Bedevi için törenler düzenlenir. Son günlerinde ziyaretine gelen gençlere şöyle demiştir: "Ahmet Bedevi bir çıplak garip adamdır. Amma ölünce ağaç sevgisi sembolü olacak, hangi idareci ağacı kestirirse rüyasına girecek, boğazına sarılacağım. Bu memleketin yeşile, yeşilliğe, ağaca, çiçeğe ihtiyacı var" Çok değerli biriymiş, bizler için ağaçları ve çevreyi korumuş. Günümüzde yaşasa dünyaca tanınan bir çevreci olurdu eminim. Onun için tanınmak önemli değildi aslında, onun önem verdiği daha çok hayvanı ve ağacı korumaktı.
199 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.