Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
"KATLİAM"
Haçlılar hiç bir ayrım yapmadan şehirde büyük bir katliam yaptılar. Kubbetu's -sahra'ya ve Mescid-i Aksa'ya sığınan Müslüman halkı dahi bu katliamdan kurtulamadı.Müslümanlara yardım ettikleri gerekçesiyle şehirdeki Yahudiler de katledildi ; sinagogkları yakılarak ateşe verildi.Mescid-i Aksa talan edildi ve değerli eşyalar çalındı.Müslümanların mabedleri kilise, misafirhane,depo,vb.yerlere çevrildi. Kudüs'te yapılan katliam, Batılı kaynaklarda dahi büyük bir trajedi olarak anlatılır. Tarihçi Raimundus Aguliers, şehrin ele geçirilmesinden bir gün sonra Harem-i Şerif mahallesine giderek ceset yığınları aradindan geçtiğini ve "akan kanın dizlerine kadar sıçradığını aktarır. Müslüman Kudüslünün karınlarının deşildiği rivayet edilmektedir.
Sayfa 115Kitabı okudu
:D
Osmanlı insanı inançları gereği öteki dünyanın varlıklarından ve onların adlarını anmaktan özellikle kaçınır, onlara "iyi saatte olsunlar" ya da "üç harfliler" demeyi tercih eder. Bu varlıklar ile iletişime geçme işinin ise, yine olağanüstü davranışlar gösteren Arap esirler, eksik organları olup bu organlarının çocukluklarında cinler tarafından değiştirildiğine inanılan insanlar, bayılması (epilepsi) olanlar veya Çingeneler tarafından yapılabileceğine inanırlardı.
Sayfa 144 - Doğan Kitap
Reklam
Haçlı Seferleri dönemi Avrupa açısından hem ekonomik hem de kültürel alanlarda tam bir devrim başlatırken, Doğu'da bu kutsal savaşlar ve karşılığındaki "cihad", uzun yüzyıllar sürecek bir gerilemeye ve aydınlık düşmanlığına yol açar. Her taraftan kuşatılan İslam âlemi kendi kabuğuna çekilir. Ürkekleşir, hoşgörüsünü yitirir, savunmaya çekilir, kısırlaşır; gezegen çapındaki evrim sürüp Müslümanlar kendilerini bu gelişmenin iyice dışında kalmış hissettikçe de söz konusu tavırlar kökleşir. Bundan böyle ilerleme "öteki" anlamına gelmektedir. Modernizm "öteki"dir. Kendi kültürel ve dinsel kimliğini Batı'nın simgelediği bu modernizmi yansıyarak ifade etmek zorunlu muydu? Yoksa tam tersine kimliğini kaybetme riskini göze alıp kararlı bir biçimde modernleşme yoluna girmek mi gerekirdi? Ne İran ne Türkiye ne de Arap dünyası bu ikilemi çözmeyi başarabildi.
Sayfa 242Kitabı okudu
Üç tür beyin vardır: Biri kendiliğinden anlar, öteki başkalarının açıkladığını anlar, üçüncüsü ise ne kendiliğinden anlar ne başkaları aracılığıyla; bunlardan ilki çok iyi, ikincisi iyi, üçüncüsü yararsızdır.
Sayfa 124
İlk kez Dante, ortaçağ kaynaklarından, mitolojiden, kutsal metinlerden yararlanarak, Vergilius’un Aeneis destanını örnek alarak, düşsel bir öteki dünyayı şiir diliyle görsel bir destana dönüştürür. Sıradışı bir aşka, mitoloji, tarih ve kutsal metinlerle de desteklenen gerçeküstücü bir ortamda yakılan bir ağıt olarak da değerlendirilebilecek olan İlahi Komedya’nın tarihten, felsefeden dinbilime, gökbilime, geometriye uzanan bir ansiklopedi niteliği de taşıması, bir başka özelliğidir.
Sayfa 18 - Oğlak Yayınları
Bir Zamanlar İtalya
Fransa Krali [VIII.] Charles Italya'ya girmeden önce, bu ülke Papalık'ın, Venediklilerin, Napoli kralının, Milano dükünün ve Floransalılarin egemenliği altındaydı. Bu yöneticilerin iki temel kaygısı vardı: biri, bir yabancının ordusuyla İtalya'ya girmemesi; öteki, içlerinden hiçbirinin daha fazla güç edinmemesi. En çok sakınılması gerekenler, papa ile Venediklilerdi. Venediklilerin gücünü sınırlı tutmak için, Ferrara savunmasında olduğu gibi, öteki bütün güçlerin ittifakı gerekiyordu; papanın önünü kesmek için de, Romalı baronlardan yararlanılıyordu. Romalı baronlar, Orsini'ler ile Colonna'lar şeklinde iki hizbe bölündükleri için, her zaman bir gerekçe bulup aralarında çatışıyor ve papanın gözleri önünde silahları ellerinde dolaştıkları için, Papalık'ı zayıf ve etkisiz [konumda] tutuyorlardı. Ve kimi zaman Sixtus gibi gözüpek bir papa kendini gösterse de, talihi ya da bilgeliği asla bu elverişsiz koşulları aşmasını sağlayamadı. Bunun nedeni, ömürlerinin [iktidar sürelerinin] kısalığıydı; çünkü bir papanın yaşadığı [iktidarda kaldığı] ortalama süre -on yıl içinde, hiziplerden birini bastırabilmesi çok zordu ve diyelim ki bir papa Colonna'ların işini neredeyse bitirmişken, Orsini'lerin düşmanı bir papa ortaya çıkıp Colonna'ları yeniden güçlendiriyor, ama Orsini'leri yok edecek zamanı olmuyordu. Bu, papanın siyasal gücünün İtalya'da pek önemsenmemesine neden oluyordu.
Sayfa 79
Reklam
"Bir insan varlığına - bir kişinin, bir halkın, bir çağın yaşamına - tanı koymaya onun kanılar sistemini ortaya çıkarmakla başlanmalı ve bu amaçla her şeyden önce, temel, kesin nitelikli, tüm öteki kanıları taşıyan ve onlara hayat veren inanışın hangisi olduğu belirlenmelidir."
Sayfa 20 - T.İ.B. Kültür Yayınları E-KitapKitabı okudu
Alp-eren, alp gibi savaşta değil, kendi nefsine karşı cihad yapan kişidir. Hazret-i Peygamber'in dediği gibi: Nefisle savaşma cihâd-i ekberdir Alp-eren için dinî nitelikler şöyle özetlenir: Alp-eren, dünya sevgisi havâsına kapılmamalı. Cimrilik, fısk-u-fesâd gibi kötü huylardan kaçınmalı. Bu huylar havayîlikten doğar; “Din Alpı" bunlara
Sayfa 32 - Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 66.Basım: Eylül 2020, İstanbulKitabı okuyor
Hakikat
Hakikat, varlıkların toplamından daha fazla bir şeydir. Zahir ile Batın, mana ile suret, Cevher ile araz, görülen (şehadet) ile görülmeyen (gayb) arasında kurulan ilişki, varlık aleminin düzeni ve amacı hakkında bize önemli ipuçları sağlar.
Mill kitaplarını yayımlamakta büyük titizlik gösterdiğinden 1869'a kadar, yani Ruskin'in önermesinden iki yıl önceye kadar yayınlanmadı. Mill, yapıtını üvey kızı Helen Taylor'la birlikte hazırladı ve bu kitaba kendi katkısı olan bölümün de büyük ölçüde karısı Harriet Taylor'dan esinlenerek hazırlandığını belirtti. Konunun kadın psikolojisini kapsayan bölümlerinin gerçekten de ancak bir kadının yardımı ile meydana getirilebileceği kuşkusuzdur. Ne var ki, yapıtın mantık yapısı ve anlatım tarzı tamamen Mill'indir. "Kadınların Uyrukluluğu", Victorian devirdeki kadınların hukukî kısıtlamalar, yetersiz eğitim ve "zevcenin bağımlılığı" erdemi gibi koşullar içindeki durumlarına yöneltilmiş bir eleştiri ve saldırı olduğu kadar, tarih boyunca kadının durumunu da ele alan bir yapıttır. Bu yapıt, "Özgürlük Üzerine" ölçüsünde güçlü ve Mill'in kölelik konusundaki bütün görüşlerinde beliren insancıl öfkeyle doludur. Siyasal açıdan kesin bir gerçekçi olan Mill, ileri sürdüğü tezin devrimci niteliğinin de bilincindeydi: "İki cins arasındaki toplumsal ilişkileri düzenleyen ilke, yani bir cinsin ötekinden aşağı tutulması, özü itibariyle yanlıştır ve bugün de insanın gelişmesi konusundaki belli başlı bir engeldir. Bunun yerine tam anlamıyla eşitliği sağlayan, herhangi bir cinse üstünlük ya da ayrıcalık tanımayan ve öteki cinse engellemeler, kısıtlamalar getirmeyen bir ilkenin getirilmesi gerekir."
Sayfa 147 - Payel Yayınları, 1. Baskı: Şubat 1973
Reklam
- "Cevdet Paşa: “Her şahıs tasavvurların kendi lisanı üzere kurup da sonra başka lisana tercüme ettiği gibi, her millet vak’aları kendi tarihine göre tertip edip, öteki tarihleri ona kıyasla bulur… Yani her millet kendi tarihini muhafazaya mecburdur.”
iletişim yayınlarıKitabı okudu
Fakat özellikle son birkaç yıldır Sultan Hamid hakkındaki bazı yayınların, konferansların, bir TV dizisinin ve bazı belgesellerin muhtevası, maksadı aşacak şekilde tarihi gerçeklikten kopartılarak başka zeminlere doğru kaymaya başlamıştır. Gerek Sultan'ın şahsı ve gerekse yönetimi dönemin gerçekliklerinden soyutlanarak abartılı bir şekilde kurgulanıyor. Bu yapılırken de geriye dönük abartılı yeni düşmanlar ve hainler icat ediliyor. Zira düşmanlar ve hainler olmadan, kahraman olunmuyor. Burada kişisel bazı iktisadi, popülarite ve siyasi ihtirasları bir kenara bırakıp, her türlü abartıdan kaçınarak tarihi gerçekliklere uygun makul bir Sultan Hamid resminin ortaya konulması gerektiğini düşünüyorum. Buna hem Türkiye'nin hem de herkesin ihtiyacı var. Öteki türlü yukarıdaki sayfalarda bahsettiğimiz o birinci dönemdeki olumsuz Sultan Abdülhamid algısında yapılanların bir başka şekliyle karşı karşıya kaldığımızı belirtmek isterim. Bunun ise, kişisel faydalar dışında hiçbir toplumsal yararı olmayacaktır. Ayrıca yeni toplumsal ayrışmalara ve ajitasyonlara neden olması nedeniyle de bu yaklaşımı sıkıntılı buluyorum.
Sayfa 252 - Kronik Kitap, 3. Baskı: Ağustos 2021 | Sultan II. Abdülhamid, Necmettin Alkan
Yeni Ahit Kitabı'ndaki metinlere göre, Isa'nın havarileri düşük sınıflara mensup, eğitimsiz, sıradan ve kırsalda yaşayan kimselerdir. (İşler 4:13) Tıpkı İsa ve öteki çağdaş Yahudiler gibi, Filistin kırsalında yaşayan havarilerin de o zamanlar Aramice konuştukları kabul edilmektedir. Zira Helen kültürünü temsil eden Yunanca Filistin kırsalında pek bilinen ve rağbet edilen bir dil olmamıştır. Bununla beraber okuma-yazma bilmenin o günkü koşullarda büyük bir ayrıcalık olduğu da söylenmektedir. Bazı tahminlere göre İsa'nın yaşadığı dönemde okuma oranı en fazla %4-10, yazma oranı ise bunun çok daha altındadır. Bütün bu detaylar bir arada düşünülürse, okuma oranının çok düşük, yazma oranının ise ondan da daha az olduğu I. yüzyılda Filistin kırsalında yaşayan havariler, yani Yeni Ahit'e göre eğitimsiz ve sıradan balıkçılar olan bu şahsiyetler, nasıl olup da İncilleri yazmışlardır? İkincisi, Filistin kırsalında Aramicenin yaygın olduğu bilinmektedir. "Eğitimsiz" ve "sıradan" insanlar olan havarilerin Yunancayı bilme olasılıkları neredeyse hiç yoktur. Hâlbuki İnciller Yunanca olarak ve bu dilin inceliklerine hâkim yazarlarca yazılmışlardır. Üçüncüsü, o zamanki koşullarda iyi bir eğitim almak için sehir merkezlerinde oturmak neredeyse zarurettir. Havariler ise kırsalda yaşayan kimselerdir. Dördüncüsü, mevcut İnciller Filistin sahasının dışında, muhtemelen dönemin kent merkezlerinde yaşayan kimseleri eserleridir.
Sayfa 598Kitabı okudu
Japonların kökenine dair
Japonya'daki yaygın inanışa göre Japonlar, MÖ 20.000 yılından çok önce Japonya'yı istila etmiş olan Buzul Çağı insanlarının giderek evrimleşmesiyle ortaya çıkmıştır. Yine Japonya'daki yaygın bir inanışa göre Japonlar, MS 4. yüzyılda Japonya'yı işgal etmiş, Kore üzerinden gelen ama Koreli olmadıkları vurgulanan Orta Asyalı, ata binen göçebelerin torunlarıdır. Pek çok Batılı arkeoloğun ve Korelinin tercih ettiği ama Japonya'daki bazı çevrelerce hiç desteklenmeyen bir varsayıma göre Japonlar, MÖ yaklaşık 400 yılında pirinç tarımıyla birlikte Kore'den gelen göçmenlerin torunlarıdır. Sonuncu varsayıma göreyse öteki üç varsayımda adları geçen halklar birbirine karışıp bugünkü Japonları meydana getirmişlerdi.
Sayfa 483 - Pegasus YayınlarıKitabı okudu
Geri199
1.500 öğeden 1.486 ile 1.500 arasındakiler gösteriliyor.