Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Kafka, Dava adlı romanında, teslimiyetçi ve edilgin umudu çok güzel betimlemiştir. Bir adam cennete (Yasaya) açılan kapının önüne gelir, ve kapıcıdan içeri girme izni ister. Kapıcı, şu an için izin veremeyeceğini söyler. Yasa'ya giden yola açılan kapı, aslında ardına dek açıktır, ama adam, giriş izni alıncaya dek beklemenin daha iyi olacağına karar verir. Ve oturur, beklemeye başlar; günlerce ve yıllarca bekler. Tekrar tekrar içeri girme izni ister, ama her seferinde kendisine henüz izin verilemeyeceği söylenir. Adam, bütün bu uzun yıllar boyunca durup dinlenmeksizin kapıcıyı inceler; kürk yakasındaki bitleri bile yakından tanıyacak hale gelir. Giderek yaşlanır; ölmek üzeredir. İlk kez şu soruyu sorar: “Nasıl oluyor da bütün bu yıllar boyunca benden başka hiç kimse girmek istemedi bu kapıdan?” Kapıcı, “Senden başka hiç kimse giremezdi ki bu kapıdan,” diye yanıtlar onu. “Çünkü kapı yalnız ve yalnız senin içindi. Şimdi artık kapayacağım.” Adam artık anlamayacak kadar yaşlıydı, genç olsaydı da anlayamayacaktı belki. Bürokratların dediği dediktir; hayır dendiğine göre içeri giremez. Bu edilgin, bekleyen umuttan biraz daha fazlası olsaydı onda, içeri girmiş olacaktı, ve bürokratları umursamama yürekliliği, onu parıltılı saraya götürecek olan özgürleştirici edim olacaktı. Çoğu insan Kafka'nın ihtiyarına benzer. Umut ederler ama yüreklerinin sesini, itkisini dinleme ve ona göre davranma yetisinden yoksundurlar; bürokratlar onlara yeşil ışık yakmadığı sürece beklerler de beklerler.
Nişan alan eşek
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, deve tellal iken, sıçan berber iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, Bekri Mustafa'nın Şeyhülislam, İncili Çavuş'un Kazasker, Karagöz'ün Sadrazam olduğu bir memlekette bir padişah varmış. Bu padişahın egemenliği altındaki memleket, sanki orada demokrasi güneşi doğmuş, toprağında hürriyet
Reklam
Mesela siz insanı eski alışkanlıklarından vazgeçirmek, iradesini bilimle, sağduyuyla bağdaşacak tarzda düzenlemek istiyorsunuz. Fakat insanlarda böyle bir ıslahın sadece mümkün değil, aynı zamanda mecburi olduğunu nereden biliyorsunuz? İnsan iradesinin bu derece ıslaha muhtaç olduğu hükmünü neye göre veriyorsunuz? Kısacası, böyle bir ıslahın
bizim ne farkımız var demişler. bilmeden farkı istemişler :/
Testi kırma geleneğimiz bir rivayete göre şöyle başlamıştır.  Karaköy 'de su çeşmesine testisi ile su almak için gelen Saliha'nın testisi kırılır, Saliha da çeşmenin yanında ağlamaya başlar.  O sırada oradan geçmekte olan Valide Sultan, Saliha'yı ağlarken görünce kıyamaz,  yanına onu teselli etmek için gider, onunla konuşurken onu çok sever, çok beğenir ve onu saraya aldırmak ister. Saliha'nın ailesi ile konuştuktan sonra onu saraya yanına alır. Saliha, sarayda büyür,  iyi bir eğitim alır, serpilip güzelleşir ve onunla birlikte Valide Sultan'ın oğlu Şehzade ll.Mustafa da sarayda büyümektedir. Valide Sultanın isteği ile Saliha ve ll.Mustafa evlendirilir. ll.Mustafa'nın tahta geçmesiyle Saliha artık sultan olmuştur.  Saliha Sultan olduktan sonra kırılan yere Saliha Sultan çeşmesi yaptırılır. Kırılan testi Saliha'yı saraya Sultan etmiştir. Bu hikâye Anadolu'da dilden dile dolaşır ve kırık testinin hikmeti herkese yayılır.  Bu hikâyeyi duyanlar kırık testi sadece Saliha Sultana mı şans  getirdi, bizim ne eksiğimiz var diyenler testileri kırmaya başladı ve zamanla bu bir geleneğe dönüştü....
William Shakespeare 23 Nisan 1564’te Stratford-Upon-Avon’da doğan Shakespeare’in yaşamı hakkında bildiklerimiz kilise, mahkeme ve tapu kayıtları gibi resmi belgelerle çağdaşlarının onun kişiliği ve eserleri hakkında yazdıklarına dayanır. Hali vakti yerinde bir esnaf olan, aynı zamanda yerel yönetimde sulh hakimliği ve belediye başkanlığı gibi
Musa, Yahudi geleneğine göre Yusuf döneminde Mısır’a yerleşen İsrailoğullarının zaman zarfında sayılarının aşırı çoğalmasından dolayı Mısır idaresi tarafından artık bir tehdit unsuru olarak görülmeye başlanması üzerine Mısır hükümdarı Firavun’un Yahudi ailelerde dünyaya gelen tüm erkek çocukların öldürülmesini emrettiği bir dönemde dünyaya gelmiştir. Eski Ahit’in Çıkış kitabına göre Mısır’da köleleştirilen ve halk olarak varlıklarının tehdit altında olduğu bir dönemde dünyaya gelen Musa, bir müddet annesi tarafından saklandıktan sonra bir sepet içinde Nil nehrine bırakılır ve burada onu bulan Firavun’un kızı tarafından saraya getirilir ve Firavun ailesi tarafından evlatlık edinilir.
Reklam
İki kere iki dördün üstünlüğünü kabul ediyorum elbette; fakat her şeyi hoş görmeye karar verdikten sonra, iki kere ikinin beş etmesinden bile hoşlanmak mümkündür. Peki ama, siz insan çıkarının yalnızca doğal, olumlu konularda, yani tek sözcükle refahta, olduğuna niçin bu kadar eminsiniz, niçin ciddi olarak inanıyorsunuz? Aklın çıkarla ilgili
Güzel…(!)
Gel zaman git zaman, komşu ormanlardan birinde ayaklanma olmuş. Bu haberi güvercinler kanatlarında getirmişler. O zaman hayvanlar, aslanın haksızlığını anlamışlar, kafalarına dank etmiş. İlkin bülbüller seslerini yükseltmişler: - Bir kart aslana, ne diye "aslan payı" veriyoruz? Hak, adalet, hürriyet, müsavat!.. diye şakımaya, çilemeye
"İki kere iki dördün üstünlüğünü kabul ediyorum elbette; fakat her şeyi hoş görmeye karar verdikten sonra, iki kere ikinin beş etmesinden bile hoşlanmak mümkündür.Peki ama, siz insan çıkarının yalnızca doğal, olumlu konularda, yani tek sözcükle refahta, olduğuna niçin bu kadar eminsiniz, niçin ciddi olarak inanıyorsunuz? Aklın çıkarla ilgili
Sayfa 37 - İş Bankası yayınlarıKitabı okudu
Değirmenci, Oğlu ve Eşek İki şairimiz, Malherbe ve Racan, Baş başa kalmışlar bir gün. Aralarında açık konuştukları için: - Sana bir şey soracağım, demiş Racan; Sen görmüş geçirmiş adamsın, Hayatı benden iyi bilirsin. Benim artık karar verme zamanım. Ben kimim, nem var, ne işe yararım? Bunları senden iyi bilen yoktur. Ne dersin? Gidip taşrada
Sayfa 93
Reklam
Friedrich (Christian) Aly (Ali) (13 Nisan 1692) Şimdiye dek bahsi geçen çok sayıdaki yaşam hikâyesi arasında, belki de en tanınmış olanlarından birisi, General Barfus tarafından Budin’den 1686’da ganimet olarak getirilen, Sophie Charlotte'nin özel oda hizmetlisi olan ve vaftizle birlikte Friedrich Christian Aly adını alan savaş esiridir. Esir
En eski mesleğin ilkleri... Fahişeliğin Osmanlılar'daki "resmî" tarihi, oldukça geç başlar: 1565 yılında... Arşivlere göre, İstanbul'un bilinen ilk fahişeleri, Arap Fatı, Giritli Narin, Atlıases Kamer, Kirteli Nefise ve Balatlı Aynî adında beş kişidir. Dünyanın bu en eski mesleğinin İstanbul'daki izlerinin çok daha eski dönemlere
Topkapı Sarayı Müzesi'ndeki "Kutsal Emanetler" diye saklanan birçok eşya onun bunun saraya, bahşiş almak için getirdikleri nesneler. Fatima Anamızın seccadesi denen seccade 17. asır halısı. Peygamber'in teyemmüm taşı olarak saklanan, bir Asur tableti. Buna göre daha birçokları... Bunları bir kitap halinde toplayan ilk müze müdürü Tahsin Öz'ün 1953 yılında hasılan kitabı, ne yazık ki zamanın hükümeti tarafından hemen toplattırıldı.
Sayfa 197Kitabı okudu
Şaka ediyorum elbette baylar; şakalarımın oldukça tatsız kaçtığının da farkındayım, fakat söylediklerimin hepsini şaka diye alamazsınız. Belki dişlerimi gıcırdata gıcırdata latife ediyorum. Baylar, bazı sorular içimi kemirip duruyor; ne olur bana bunların çözümünü verin. Mesela siz insanı eski alışkanlıklarından vazgeçirmek, iradesini bilimle,
Kotis'in Tavsiyesi Üzerine Mikhail Palaiologos'un Türklerin Ülkesine Kaçışı
Latinlerle uğraşan ve İmparator batı seferinden dönene kadar kendisine İznik'in idaresi verilen Mikhail Palaiologos, kuşatılan Mésothynie(?) ve Optimates'lere(?) kendilerini yönetme yetkisi verdiği sırada Latinleri yakından tanıyan Kotis saraya geldi. Gelişi Mikhail'i kaygılandıran Kotis şöyle demişti: "Eğer bir an önce kaçmazsanız başınıza kötü şeyler gelecek. Benim için de kalmak artık tehlikeli, iyiliğimiz için ikimizin de Türklerin ülkesine gitmesi gerekmekte." Bu sözler hayatı hakkında kaygılar taşıyan Mikhail için arkadaşça bir tavsiye gibi gelmişti. Onun adı da Mikhail Palaiologos olan amcası Mikhail'i endişelendiriyordu.* Şöyle bir gerçek vardı ki, iktidarla ilgili konuşulduğunda İmparator Tanrı birini seçerse oyla seçilen diğer kişi sitem etmemeli demesine rağmen kendisine karşı gelenleri çok ağır cezalandıran hatta zincirleterek hapse attıran biriydi. *Mikhail Palaiologos'un Selçuklu Devleti'ne sığınma nedeni Bizans kaynaklarında yer almaktadır. Pachymeres gibi, Grêgoras ve Akropolitês de Mikhail'in kaçışını hayatından endişe etmesine bağlamaktadır. Bizans tarihçilerine göre İmparatorun sert tutumu ve kızdıklarına karşı acımasız cezalar vermesi Mikhail'i endişelendirmiştir. Üstelik İmparator onu birçok kez tehdit etmiş ve herkesin yanında cezalandırılacağını söylemiştir. Bkz. Yusuf Ayönü, Selçuklu Bizans Münasebetleri (1116-1308), Yayınlanmamış doktora tezi, İzmir 2007, s. 180; Mustafa Daş, Bizans'ın Düşüşü, İstanbul 2006, s. 177.
Sayfa 37
108 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.