Birçok insanın ilk mangasıdır. Pdf dosyasını açıyorsunuz, başlık bölümünü geçtikten sonra karşınıza şöyle bir diyalog çıkıyor :
Shinigami 1 :Kahretsin
Shinigami 2: 2 kafatası gene ben kazandım
Shinigami 3: Nereye gidersen git, bu Shinigami dünyası çorak
Türk dizi sektöründe diziler iki sınıfa ayrılabilir: normal sezon dizileri ve yaz dizileri. Bunlardan yaz dizilerinde format, fakir bir kızın, bir şirkette işe girmesiyle başlayan sürecin işlenmesinden ibarettir. Şirketteki ilk gününde zengin, kibirli, kaslı genç patronla kavgalı bir tanışma anı bulunur; ardından ise gelişen süreçte genç patron
Evet 3. Kitap da bitti.
Yavaş yavaş hüzün bulutları çökmeye başladı üzerime. Şimdi ne yazacağım ne söyleyeceğim bilemiyorum. Son kitabı nasıl okuyacağım onu düşünüyorum.
Öncelikle diğer 2 kitaptan daha çok betimleme vardı bu kitapta. Muazzam ötesi bir şey ya kelimelerle karış karış gezdik bütün Çukurovayı, dağları, dereleri… Aksiyon daha az
Senden sonra ne yaparım bilemiyorum
Hangi adam senin kadar beni sever
Hangi gözyaşı gözyaşların kadar
Ve hangi el senin kadar temiz olur bilemiyorum.
Yokluğuna durduğumda canım yanar
Istırabım kat be kat artar acımı susturamam
Azalırım azar azar..
Kalbim kanar ha kanar durduramam
Sensiz nefes alamam bir şey yapamam
Kimsesiz kalırım hiç bir
Daha başta “Dokuz sekizlik sevdaların sahibi ben; isimleri Meriç ve Tuna olan deniz gözlü çocukların diyarından, kömür gözlü Dicle ve Fırat’ların memleketine gidiyorum...” demiş yazar. Anlamışsınızdır bu harika cümlenin meramını.
Edebiyat, özellikle de gezi yazılarında uzun uzun tasvir yapmayı bırakalı çok oldu. Kelimelerden alınmış görev,
Türkiye Birincisi
Asla yeterince iyi olamadım. Aileme, anneme babama, onların bana harcadığı paraya layık
olamadım. Hayır, serseri değildim, geri zekalı da değildim, bir amacım da vardı ve bunu
gerçekleştirmek istiyordum. Çalışkan olmak... istiyordum. Çalışkan olmak için oturup çalışmak
lazım ben de biliyorum, söyledim ya geri zekalı değilim.
Gözde
Stefan Zweig'ın tarzı olduğu üzere bol psikolojik tahlilleri olan kısacık ama etkisi uzun süren, film tadında bir kitap. Dili sade, akıcı, okuması kolay, bir oturuşta okunabilir.
Ressam Ferdinand, eşi Paula ile ülkesinde devam etmekte olan savaştan kaçar ve İsviçre'de özgür hayatlarını kurarlar. Sanatını İsviçre'nin
Hep olmayacak şeyler cazip gelir bize,
Hep olmayacak kişileri isteriz,severiz,
Hep kendi kendimize eder,
Kendi kendimize acı çekeriz.
Ne uğruna acı çekilen kişi bilir bunu,
Ne de bilse umrunda olur.
Acı çekmeden,gözyaşı dökmeden,
Aklımız başımıza gelmez
İlla ki müsibet gelecek ki anlayacağız
Zoru seviyoruz yaa güya,
Kelebekler uçuyordur
"İnsan en dibe düştüğünde bile ne zaman çıkacağını düşünür çünkü umut etmek en güzel teslimiyettir. Toparlanmamız hatta her şeye yeniden başlamamız gerektiğini biliriz. Tam da bu noktada geçmiş anıların yansıması ile iyi olacak yarınları düşlemeye başlarız. Bazen ufak bir cesaret kırıntısı her şeyi düzeltmeye yeter. En zor anda bile bir çıkış yolu vardır her zaman. Kendini bırakma karanlığa, gitme kendinden; sen kendinden gidersen kimse uğramaz kalbine. Gülümsesin yarınların. Bu beşinci mevsimi en çok sen hak ettin."
" Her insan kendi mevsimini taşır yüreğinde. Yaşanmışlığın getirdiği tecrübe ile beşinci mevsimi sığdırır dünyasına. Kimine yaz kimine kış kimine bahardır hayat. Ve sabredenlerin sonu çiçekli yollardır her zaman. Dua, umut, sabır ile güzel insanların sonu hep bahar olur."
Bu kitapin arka kısmı okuduğum zaman sabirsiz bir şekilde almak istedim. Kendime anlatiyor sanki içimdeki olanlar söyliyor kitapin her sayfasinda her satirda.
Kendim anlatmayi bilmiyorum bu kitap kendime anlati belki sadece ben değil diğer insanlar vardir muhtemelen.
Kitapi tavsiye ederim okumasini gereken bir kitap
Keyifli okumalar dilerim...
E-book olarak okumak İsterseniz.
drive.google.com/file/d/1upa9t7o...
Her son yeni bir başlangıca gebedir. Bitmek; kimine göre bir son, başkasına göre yeniden doğuştur. Her şeyin sonu olduğu gibi bununda bir sonu vardır. Geç olsa da öğrendim artık. Şimdi baktığımda geride ne bırakabiliyorum ve siz
Dudaklarım kurumuştu, içim yanıyordu. Suya hasret, kurumuş bir ot gibiydim. Yağmur olup yağdın üstüme, yeşerdim, filizlendim. Sonra güneş oldun, hayat verdin bana, koku verdin, renk verdin. Şimdi bırakıp gidersen bir daha ve son defa yine kuruyacağım, dağılıp toz olacağım anlıyor musun? Çünkü senden sonra kimse gelmeyecek, biliyorum. Kimseler çalmayacak kapımı. Gidersen beni bana mahkum edeceksin, keşke ölsem diyeceğim o zaman, keşke ölsem!
Şimdi sendeyim, seninleyim, seni yaşıyorum. Beni bana bırakma!
Senden bir parçayım artık, belki de baştanbaşa sen oldum farkında değilsin. Beni bana bırakma!
Sen olduğun için mutluyum. Sen olduğum için de. İstersen ben olma. Hiç benim olma. Ama bırakma beni ne olur? Beni bana bırakma!
Sayfa 142 - Sahibini Arayan Mektuplar, ikinci bölüm, on dördüncü mektupKitabı okudu
14 Asır önce, insanları hayrete düşüren bir hadise gerçekleşti, herkesin ezberini bozarak kan kılıca galip geldi.
Güçlü bir ses “Zillet bizden uzaktır” diyerek uyuyanları uyandırdı. Bu ses, gücünü Allah’tan alıyordu, Peygamber nefesi taşıyordu.
Kendinden sonraki tüm çağlara ulaşması bir yana, henüz kelimeler dökülmemişken dudaklardan, pak