Bugün zamansız mekanları dolaşıyorum. Gün ışığının kaçındığı kuytu merdivenlerde gezinen bir gölgeyi takip ediyorum. Gölge diyorum ama nasıl? Burası kapkaranlık. Bilmiyorum nereden geldim ve neden buradayım? Tanıdık gelmiyor dolaştığım odalar, dokunduğum eşyalar. Yalnızca bir ses: tik tak. Onu tanıyorum: Daima kaçtığım ve sıyrıldığım ânın sayacı.
Gölge, ben peşine düşmezsem ilerlemiyor. Çıkış diyorum, onu yakalayınca mı? Nasıl olur da merdivende yukarı ya da aşağı gittiğinizi anlamazsınız? Ben anlamıyorum.Yönler ve boyutlar karışıyor. Ayağım boşluktan boşluğa yalpalıyor. Zihnimde zifiri karanlıklar… Bir dönemece rastlıyor gölge; sanki varoluş kaynağını, ışığını kaybetmiş gibi yolundan ayrılıyor. Ben ise biraz daha ilerlersem düşecek gibiyim, tutunacak korkuluk yokluyor ellerim.
Dalia Maya
“Nereye gidersen git,kalbindeki kadar gidersin…”
&
Yazarımız kitabın önsözünde bizlere bir roman gibi sayfa sayısını takip ederek değilde gönlümüze gölge düştüğünde,içimiz karardığında,hayat bulutlandığında ya da yüreğimizde bir dost sesi duymak istediğimizde,rastgele her hangi bir sayfa açıp okumamızı istiyor.
Bu arada
(16 Haziran 2004)
Ayça okulunun kapısından koşarak çıkarken etrafına göz gezdirdi. Tanıdık hiçbir yüz görmemenin verdiği üzüntüyle omuzları çökmüştü. Bugün annesi de babası da onu okuldan almaya gelmemişlerdi.
Bu çok sık yaşanan bir durum değildi. Sadece annesinin ve babasının işi olduğu zamanlar olan bir durumdu. Babası muhtemelen daha işten
İşte şu yağmurlar, işte şu balkon, işte ben
İşte şu begonya, işte yalnızlık
İşte su damlacıkları, alnımda, kollarımda
İşte yok oluşumdan doğan kent
Hiçbir yere taşınıyorum, kendime sızıyorum yalnız
Ben dediğim koskocaman bir oyuk
Koltuğun üstünde, aynadaki yansıda
Bir oyuk! sofada, mutfakta, yatağımda
Yaşamayı tersinden kolluyorum sanki
Yetişip
Karagöz bir hayal oyunudur. Karanlıkta beyaz bir perdenin ar kasına ışık yakılır; deriden kesilmiş insan biçimleri arkadan perde nin üstüne tutulunca perdede hayaller belirir. Karagözcü bu ha yalleri konuşturarak, ses taklitleri, şive taklitleri yaparak bir olayı anlatır. Şark mistikliğinin ürünü olan bu oyun tasavvufla da açık lanabilir. Ama bu çeşit gölge oyunlarının çok eskiden beri Hindis tan'da, Çin'de, Cava'da, Moğolistan'da oynatıldığını biliyoruz.
Anadolu Türkleri arasmda on beşinci yüzyıldan beri gölge oyun ları oynatıldığını gösteren belgeler var.
OsmanlIların saltanatı sırasında Türk kentlerinde oynatılan Karagöz oyunu ayrı özellikleri olan bir gölge oyunudur. Oyunun iki önemli kişisinden biri, Karagöz açık sözlü, sade bir halk adamı dır; öbürü, Hacivat ise okumuş, dalkavukluğa yatkın, çıkarını bilen bir kimsedir. Bunların yanı sıra kadın erkek yardımcı tipler « vardır; Osmanlı mahallelerinde her zaman görülen tipler. Oyunu tek bir sanatçı oynatır; bütün
Stefan Zweig, usta kalemiyle insan psikolojisinin en karanlık köşelerini aydınlatan ve okurlarını sürükleyici bir keşfe çıkaran bir yazardır. Korku adlı eseri de bu ustalığın zirvesini temsil eden eserlerinden biridir. Kısa sayfalarıyla zihnimize kazınan bu novella, tek bir karakterin ruhsal çöküşünü ve onu saran korkunun labirentini etkileyici
Hasankeyf'te, akşamın turuncu saatlerinde, artık kimsenin yaşamadığı mağara evlerde çınlayan yalnızlık.Bir iç yaşantı.Batman'dan Diyarbakır'a dönerken dağlarda gamzelenen gün ışığı..Hançepek mahallesindeki o çocuğun hâline bakmadan düşlediği dünyalar..Gerçek yaşamın sisler, tüller ardına çekilmesi.Amsterdam'da, Özgürlük Meydanı'nda, bir Faslının kirpikleri ve tüm gövdesiyle parke taşlara çizdiği dönüşü olmayan uzaklık..Sabahın eşiğinde bile akşamı gösteren gölge.Bir hayıflanma, bir pişmanlık, kimi zaman derin bir saygı, ama daha çok hüzünle varlığını bize duyuran, her biri ömre değen binlerce ses, binlerce yüz...
BEYAZ LÂLE
Hudutta bozulan ordu iki günden beri Serez’den geçiyordu. Hava serin ve güzeldi. Ilık bir sonbahar güneşi, boş, çimensiz tarlaları, üzerinde henüz taze ve korkak izler duran geniş yolları parlatıyordu. Bu gelenler, gidenlere hiç benzemiyorlardı. Bunlar adeta ürkütülmüş bir hayvan sürüsüydü. Hepsinin tıraşları uzamış, yüzleri pis ve
YEŞİL RENKLİ NAMUS GAZI OPERASI
«Hasan Âli Yücel, bu hikâyeyi oyun olarak yazmamı önermişti. Hikâyemi Yücel'in anısına adıyorum.»
Uvertür
Dünyanın tarihi iki milyar dörtyüz milyon yıllık deniliyor. Benim bitmemiş tarihim, şimdilik elli yıllık. Kelebeğin tarihi bir günlük.
*
Arkeologlar yeraltında yeni bir kent buldular. Bu kentte birçok
PEYZAJ-IV
Akşam oldu diye yakma lâmbayı;
Böyle gölge severim manzarayı.
Sen yalnız türkünü söylemeye bak,
Karanlıkta çıkan ses daha berrak.
Karanlıkta söylediğin müddetçe,
Sesinden semaya akseden bahçe,
Sâkin güllerini açtıkça bir bir,
Bunalmış ruhların tesellisidir.