Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Yaşadığımız çağdan önce Hegel, Marx, Frankfurt Okulu ve Situasyonistler, yabancılaşmanın sona ermesinin, öznenin (yani bizlerin) hayatla, çalışmayla ve kültürle otantik olmayan ve yabancılaşmış bir ilişkiden özgürleşmesinin hayalini kurmuşlardı.
Sayfa 59
Sitüasyonistler açısından çıkış yolu uzaklardaki bir devrimi beklemek değil, günlük yaşamı şimdi ve şu an yeniden oluştur- maktı. Dünyayı algılayış biçimini dönüştürmek ve toplumun yapısını değiştirmek aynı şeydir. Kişi kendisini özgür kılarak erk ilişkilerini değiştirdi ve bu yolla da toplumu dönüştürdü...
Sayfa 100Kitabı okudu
Reklam
Geçmişte Marksistler merkeziyetçi bir partinin gerekli olduğuna dair (geçersiz olsa bile) akılcı iddialarda bulunabiliyorlardı, çünkü devrimin anarşik evresi maddi kıtlıktan dolayı boşa düşüyordu. Ekonomik olarak, “kitleler” her zaman gündelik hayatın zorlu çalışma koşullarına geri dönmeye mecbur ediliyorlardı. Devrim akşam onda kapanıyordu, 1793 Jirodinleri’nin gerici eğilimlerinden hayli uzakta; düşük teknoloji düzeyine yakalanıyordu. Bugün artık bu mazeretler, özellikle de ABD ve Batı Avrupa’da, kıtlık sonrası teknolojisinin gelişmiş olmasından dolayı ortadan kalkmıştır. Neredeyse bir gecede, “kitlelerin” Marksçı anlamda “özgürlük alanını” etkili bir şekilde genişletecekleri bir noktaya —en yüksek derecede özyönetime ulaşabilmek için gerekli olan boş zamana— erişilmiştir. Fransa’da Mayıs-Haziran olaylarının gösterdiği şey, Bolşevik-tipi partiye bir ihtiyaç duyulması değil, “kitleler” arasında daha geniş bilinçlilik oluşmasına duyulan ihtiyaçtır. Paris göstermiştir ki fikirleri —tabi yalnızca fikirleri değil, özyönetim kavramını yaygınlaştıran fikirleri—sistematik olarak çoğaltacak bir örgüte ihtiyaç vardır. Fransız “kitlelerin” sahip olmadıkları şey onları “örgütleyecek” veya “yönetecek” bir merkez komite veya Lenin değil, fabrikaları işgal etmek yerine onları işletebileceklerine dair kanaatlerinin olmayışıdır. Bolşevik-tipi partilerden bir tanesinin bile özyönetim talebini yükseltmemiş olması kayda değerdir. Bu talebi yalnızca anarşistler ve Sitüasyonistler yükseltmiştir.
Sayfa 205
Dadaizm, "sanatı gerçekleştirmeden ortadan kaldırmak" istedi; sürrealizm ise "sanatı ortadan kaldırmadan gerçekleştirmek" istedi. Daha sonra sitüasyonistler tarafından geliştirilen eleştirel tavır, sanatın ortadan kaldırılması ile sanatın gerçekleştirilmesinin, "sanatın aşılması"nın birbirinden ayrılmaz yönleri olduğunu göstermiştir.
Yunus dikkatini adamın elindeki sigaraya çevirdi. Daha önce birilerinin birasından birkaç fırt almışlığı ya da piposundan nefes çekmişliği vardı, ama uyuşturucudan hep uzak durmuştu. İşgalciler arasında tartışmalı bir konuydu bu. Kara Panter sempatizanları, radikal feministler, Marksistler ve Troçkistler uyuşturucuya şiddetle karşıydı; hippiler bazı uyuşturucuları –esrar– seviyor; Punklar, nihilistler ve sitüasyonistler ise ota burun kıvırıp hapları ve kimyasalları tercih ediyordu. Ancak Yunus'un o güne dek uyuşturucuya bulaşmamış olmasının sebebi hiç anlamadığı bu karmaşa değildi. Annesinin gazabından korkmasıydı. Ama mademki tek bir nefes teklif ediyordu şimdi birileri, reddetmek için bir sebep görmedi. Sigarayı alıp şöyle derin bir nefes çekmesiyle birlikte gözleri yaşardı ve öyle bir öksürüğe tutuldu ki ciğerleri patlayacak gibi oldu. İkinci ve üçüncü nefesler daha kolaydı ama öksürük geçmedi.
Sitüasyonistler gibi, ipin ucunu günümüze, güncelliğe kaçırmadan “gösteri toplumu” şiddetle eleştirilebilir. Kederlenmek veya nostaljik düşünüş tarzlarının izini sürmek yerine, “bunlarla nasıl başa çıkılır” sorusu sorulmalıdır.
Sayfa 238Kitabı okudu
Reklam
Nasıl Dowd için sinema meslekten olmayan birinin sosyoloji yapmasına benziyorsa, sitüasyonistler için de burjuva sanatı (Kitch) kiçti.
Metis Yayınları
Bir kenti arşınlarken kendini keşfetmenin bir başka biçimi, gerçeküstücüler gibi sokaklarda rastgele, başıboş dolasmaktır. 60'lı yıllarda Sitüasyonistler rüzgârın götürdüğü yere gitme alışkanlığına tekrar sahip çıkarak bu tür yürüyüşleri "farklı ortamlardan alelacele kaçış tekniği" olarak tanımlanmışlardır.
Sayfa 101 - SelKitabı okudu
"Fransız Sitüasyonistlerin punk’la ilişkilendirilmesi tam bir zırva. Saçmalık!... Sitüasyonistler... benim için fazla yapısaldı, kelime oyunları var, iş yok. Üstelik Fransızlardı, o yüzden siktirsinler."
Sayfa 87 - 6:45Kitabı okudu
Sitüasyonistler bir konum geliştirmeye çalıştılar, bir ideoloji yaratmaya değil; çünkü onlar bütün ideolojileri yabancılaşma, öznelliğin nesneliğe dönüşümü, bireyi güçsüzleştiren bir güce ulaşma arzusu olarak görmekteydi.
Reklam
Sitüasyonistler yeni sanatsal biçimlerle deneyler yapmanın şeyleşmiş imgenin gücünü kıracağını umuyorlardı. Şeyleşmiş imgeyle savaşmanın yollarından biri, üreticisinin varlığını açıkça belli eden sanat eserleri yaratmaktı. Örneğin Lemaître'in Syncinema'sı, oyuncuların izleyicilerin arasına karışmış halde ortaya çıkmalarını sağlayarak izleyici-gösteri ayrımını bozmayı hedefliyordu. Sanatçıyı film anlatısına yeniden dahil etmek amacıyla da Brechtvari teknikler, epik kesmeler, vb. uygulanıyordu. Debord ise benzer şekilde çeşitli ulumalar* aracılığıyla ses ve imgeler arasında ayrılık yaratarak izleyiciyi "mağaradan" dışarı çıkmaya zorluyordu. Uzun lafın kısası, öyküler artık olmayan bir yerden anlatılmıyor ve bu da izleyiciyi "gerçek" üzerine, sinema ortamının maddeselliği üzerine düşünmeye zorluyordu.
Dada şöyleydi, sürrealistler muhteşemdi, sitüasyonistler harikaydı, diye nutuk atanları dikkatle takip edin. Avangardı tarihten bir yaprak misali mezara gömdüklerini, bugün karşılarına çıkan dada eylemlerden, sitüasyonist tavırlardan, jestlerden öcü gibi korktuklarını göreceksiniz. Onlar için avangard üzerine gevezelik edecekleri bir enformasyon madenidir sadece. Cravan gibi hayatlarını ortaya koyamaz, Debord gibi sözüne sadık kalamazlar. Velhasıl avangard üzerine konuşanların değil avangardların söz almasının zamanı geldi artık!
1968'de Fransa'da etkili olan Situasyonistler, toplumun seyirlik bir topluma, bir gösteri toplumuna dönüştüğüne işaret eden ilk devrimci hareketti. Eco'nun "semiyotik gerilla savaşı" tespitine, şöyle cevap vermeleri beklenebilirdi: "Sözcükler, partizanların silahları gibidir; savaş alanında terk edildiklerinde karşı devrimin eline geçer ve savaş esirleri gibi angaryaya tabi tutulurlar." Haklıydılar; ama bu, 1968 yılının, aradan 20 yıl geçtikten sonra tarihsel içeriğinden tamamen arındırılmış bir ahlaka, bir başkaldırı simgesine, bir görüntüye, ilk iki sayısı düşmüş bir 68'e dönüşmesine engel olmadı.
Sayfa 37 - Kör DövüşüKitabı okudu