Sen, dünyanın en iyi kadını, bu satırları okurken son dakikalarında dâhi seninle konuşmaktan başka bir şeyden keyif alamayacak bu huzursuz ve mutsuz adamı, soğuk bir mezar taşı örtüyor olacak!
"Son dakikalarında, insanın kötülüğüyle ilgili bu uzun dersin bize ne öğrettiğini özetliyordu sanki -korkunç, fikre ve zikre direnen kötülüğün sıradanlığı."
Siz ne diyorsunuz, hayatınızın öncesini ve sonrasını belirleyecek olan son günün, her ikiniz için; yani hem yaşayan hem ölen için her şeyi değiştirecek olan son günün son dakikalarında neyi çözüme ulaştırabilirsiniz ki?
İskeleden uzaklaşan bir gemideki yolcu gibi, geçen her saniyenin beni arkada bıraktığım sevgilimden aslında uzaklaştırdığını bildiğim için, geçen dakikaların o kadar çok olmadığına kendimi inandırmaya çalışır, bu amaçla anlardan ve dakikalardan aklımda küçük desteler yapardım. Her saniyede her dakikada değil, ancak beş dakikada bir üzülmeliydim! Bu yöntemle beş tek dakikanın acısını son dakikaya kadar ertelemiş olurdum. İlk beş dakikanın geçtiğini inkâr etmek artık imkânsız olunca, yani geç kalma gerçek olunca, acı çivi gibi içime batar; can havliyle, Füsunun buluşmalarımıza hep beş-on dakika geç geldiğini düşünür (bunun ne kadar doğru olduğunu o sırada çıkaramazdım artık) ondan sonraki beşlik dakika destesinin ilk dakikalarında daha az acı çeker, az sonra kapıyı çalacağını, az sonra tıpkı ikinci buluşmamızda olduğu gibi, onu birden karşımda buluvereceğimi umutla düşlerdim.
Sadece hayvanlar tümüyle Burada ve Şimdi yaşarlar. Belleği de tarihi de tanımayan tek şey doğadır. Ama insan- izninizle size bir tanım vereyim- hikaye anlatan hayvandır. Nereye gitse arkasında kaotik bir dümen suyu, bir boşluk değil, hikayelerin şamandıralarını ve işaretlerini bırakır. Hikaye anlatmaya, uydurmaya devam etmesi gerekir. Hikaye varsa sorun yoktur. Son dakikalarında bile, ölümcül bir düşüşün o bir saniyesinde bile- ya da tam boğulmak üzereyken- bütün hayat hikayenizin bir film şeridi gibi gözünüzün önünden geçtiği söylenir.
"Çocuklar, sadece hayvanlar tümüyle Burada ve Şimdi yaşarlar. Belleği de tarihi de tanımayan tek şey doğadır. Ama insan -izninizle size bir tanım vereyim- hikaye anlatan hayvandır. Nereye gitse arkasında kaotik bir dümen suyu, bir boşluk değil hikayelerin rahatlatıcı şamandıralarını ve işaretlerini bırakır. Hikaye anlatmaya, uydurmaya devam etmesi gerekir. Hikaye varsa sorun yoktur. Son dakikalarında bile, ölümcül bir düşüşün o bir saniyesinde bile -ya da tam boğulmak üzereyken- bütün hayat hikayenizin bir film şeridi gibi gözünüzün önünden geçtiği söylenir."
Hölderlin, Kleist ve Nietzsche'nin tarihsel kişiliklerinde, alın yazılarına dışarıdan bakıldığında bile göze çarpan apaçık bir ortak yön vardır: Hepsi de aynı burcun etkisi altındadırlar. Üçü de son derece büyük, bir ölçüde dünya dışı bir güç tarafından, sıcak varoluşlarından alınıp tutkunun tahrip edici kasırgası içine atılmışlar ve yaşamları zamanından önce korkunç bir zihinsel ıstırap ve duyuların ölümcül sarhoşluğu içinde, delilikle ya da İntiharla son bulunmuştur. Kendi zamanıyla bağlantı kuramamış, kendi kuşağı tarafından anlaşılmamış olarak, mesajlarını bir meteor gibi kısa, parlak Işıklarla geceye yaydılar. Onun yolunu, onun anlamını kendileri de bilmiyordu, çünkü onlar sadece sonsuzdan gelip sonsuza gidiyorlardı: Varlıklarının ani düşüşü ve yükselişi içinde gerçek dünyaya şöyle bir dokunup geçtiler. İçlerinde insan dışı bir şeyin etkisi vardı, karşısında kendilerini çaresiz hissettikleri, kendi güçlerinin üzerinde bir güç: Kendi iradelerinin sesine kulak vermediler( onu kendi Ben'lerinin nadir uyanık dakikalarında dehşetle hissediyorlardı), tersine, onlar yüksek bir gücün, şeytani olanın tebaasıydılar, onun tutkunu ve tutsağıydılar.
Bu son dakikalarında neler hissedeceğini çok merak etmişti ama gözlerini kapatınca, içini dolduran şey hayıflanma, yazıklanma değil engin, geniş bir huzur oldu.
Eğer erkek son dakikalarında toprağın üzerinde yatıyorsa ona tutunur ve son nefesiyle eline bir avuç toprak alır. Eğer yapabiliyorsa kafasını kaldırıp dağa, vadiye ya da ovaya bir bakar.
"Behzat Ç.'nin hayatında çoğu insan bir başkasının yerini tutabilirdi. Harun'la Cevdet yer değiştirebilirdi mesela. Ya da abisi Şevket'le Tahsin yer değiştirse, hemen hemen hiçbir şey değişmemiş olurdu. Ama Şule giderse, biri sahiden gitmiş olurdu. Maçın ilk dakikalarında on kişi kalmak gibi bir şey, akşam Tekel bayisinde 216 bulamamak gibi bir şey. Ya da hiç beklemediği bir anda, onun bir apartman tepesine çıkıp kendini boşluğa bırakması gibi bir şey. Betonda kan izi, çevrede meraklı kalabalık. Ve hâlâ nefes almak, ay sonunu düşünmek, rakıyı
bırakıp biraya yüklenmek, elin arada bir 14'lüye gitmesi, eski bir aşkın izini sürmek, konuşma isteksizliği, sağır olma isteği,
damarlarda dolaşan yedi kilo kan, iki kilometre sinir, yaşamak aşağı yukar böyle bir şeydi herhalde."
"İdam mahkûmları son dakikalarında şafağın söktüğünü görürler mi? Eğer göremezlerse, ne yazık!.. Çünkü, bu, onların sonsuz karanlığa götürebilecekleri biricik aydınlık hatırasıdır."