Kendini ölü sandığı için akıl hastanesinde yatırılan bir adam varmış. Hiçbir şey yemez içmezmiş çünkü kendini ölü olduğuna inandırmış. Bir sürü Psikiyatrist uğraşıyor ama olmuyor düzelmiyormuş. Sonra aralarından biri şöyle bir soru sormuş ''Ölüler kanar mı?'' Adam ''Kanamaz tabii'' ölmüş insanların hiçbir yaşam belirtisi yoktur der. Psikiyatrist adamın parmak ucunu tutup bir iğne batırmış ve tabii ki parmağı kanamış. Adam da bir süre bakınmış ve ''Aaa demek ki ölüler de kanarmış.'' demiş.
Uzun zamandır reading slump'tayım. Ve uzun zamandır Haruki Murakami'nin kitaplarını okumak istiyordum. Kronolojik sırayla okumaya karar vermiştim. Fare dörtlemesi diye geçen serinin de, yazarın da ikinci kitabı olan Pinball 1973 hakkındaki fikirlerimle buradayım.
Bu kitapta da
Bir yargının yanlışlığı bizde henüz o yargıya itiraz etmek için bir neden oluşturmaz; yeni dilimiz bu konuda belki de kulağa çok tuhaf geliyor. Asıl soru o yargının nereye kadar yaşamı teşvik edici, yaşamı sürdürücü, türü-sürdürücü hatta belki de türü-yetiştirici olduğudur; biz de bizim için en vazgeçilmez olanların en yanlış yargılar olduğunu, insanın mantıksal kurguları geçerli kabul etmeden, gerçekliği saf uydurulmuş bir mutlak olanın, kendi kendine eşit olanın dünyasına göre ölçmeden, dünyanın sayılardan oluşan bir sahtesini sürekli yapmadan yaşayamayacağını, -yanlış yargılardan vazgeçmenin yaşamdan vazgeçmek, yaşamı reddetmek olduğunu- öne sürmeye temel olarak eğilimliyizdir. Hakikat dışının yaşamın koşulu olduğunu kabul etmek: açıkçası bu, tehlikeli bir biçimde alışıldık değer duygularına direnmek demektir; buna cüret eden bir felsefe yalnızca bunu yapmakla bile iyinin ve kötünün ötesinde konumlanır.
Profesör, podyumdan dinleyici kitlesine konuşur, yani dersini verir ve gider. Öğrenci yalnızca tez yazma aşamasında profesöre yaklaşıp, bir konu hakkında soru sorabilmekte ve akademik araştırmanın nasıl sürdürüleceği üzerine tavsiye alabilmektedir. Öğrenci kitleleri için dersler, az ya da çok dikkatle, bütünüyle ya da kısmen dinlenen bir dizi
“Sorular insanların akıllarına, cevapların olduğu yerden gelirdi. İnsan, yaman bir tilki avcısının iz sürmesi gibi sabırla sorularının peşinden gitmeli; yakaladığında da o tilkinin kuyruğunu asla bırakmamalıydı.
Kullarının sırtına taşıyamayacağı hiçbir yük yüklemeyen Allah, akıllarına da cevabını bulamayacağı, bulduğunda da anlamayacağı bir soru getirmezdi.”
“Bilgiye, hikmete, aydınlığa giden yollara, hep bir soru ile çıkılırdı. Sorulardan korkmamalı; onları bir engel olarak görüp etraflarından dolanmaya, yahut üzerlerinden atlamaya kalkmamalıydı.”
Uyarı: “Spoiler” niteliği taşır.
Edebiyat dünyasının şüphesiz en çok tartışılan eserlerinden biri olan roman hakkında abartıldığı kadar iyi midir değil midir sorusunun cevabı tek kişide aranmamalıdır çünkü bu soru tamamen sizin zihninizde şekillenip cevap bulabilir. Romana biçeceğiniz değerin kriterlerini başkalarında aramak işinizi
Anlamlı soru "Ben iyi ya da kötü bir anne miyim?" değildir,
"Benim göreceli becerilerim ve zayıflıklarım nelerdir ve geliştirmek için neler yapabilirim?" sorusudur.
Ortaya kendisininkilerden daha gerçekçi ve yararlı bir soru atıldığı için, Koma kendine kızdı. Hep çevresindeki herkesten daha zeki olduğunu düşündüğünden, eve döner dönmez ayak bileğini her zamankinden fazla keseceğine söz verdi içinden.
Diktatör olunca yapacağım ilk iş, ilköğretim müfredatını baştan aşağıya eleştirel düşünme ve bilişsel psikoloji dersleriyle doldurmak olacak." Yıllardır katıldığım her tartışmayı bu hayalle noktalıyordum, zira hepimizin her konuda bir düşüncesi olsa da pek azımızda düşünceleri üstüne düşünme gayreti var.
• Bu konudaki fikrim tam olarak nedir?
• Bu fikre nasıl vardım?
• Hep böyle mi düşünüyordum?
• Başkaları niye farklı düşünüyor?
• Hangi şartlar altında fikrim değişebilir?
Ne yazık ki bu soruları sorma alışkanlığını bize kazandırması gereken okullar, soru işaretlerinin en seyrek bulunduğu yerler. Ezbere ve itaate dayalı her sistem, cevapları sorulardan daha fazla sever.
Peki, nasıl oluyor da büyük bir afiyetle yediğiniz ve midenize gönderdiğiniz et parçasını oldukça güzel bir şekilde sindiren mide kendisini sindirmiyor? Herhangi bir et parçasını kolayca parçalayabilecek kadar kuvvetli bir asidi, yine bir et parçasının içerisinde taşımak fikri oldukça ironik bir durumdur. Bu konu her ne kadar uzun felsefi tartışmalara konu olabilecek bir mesele olsa da asıl merak ettiğimiz soru, mideyi kendi asidinden koruyan şey tam olarak nedir?