Bir Türk atasözü derki:
Ne oldu Pashinyan? Yol çekirdin Cebrayıla. Reks eyliyirdin?
Xocalı bizimdir, Xankəndi bizimdir, Ağdərə bizimdir Qarabağ bizimdir. Qarabağ Azərbaycandır.
Yahudiler de, ülkü sahibi olmanın ikinci bir ibret verici örneğidir. Korkaklığı atasözü haline gelen bu millet, bugün, bir milli ülkünün ardında, herhangi bir millet kadar cesaretle çarpışıyor. Milli kahramanlar ve bu milli kahramanlar, idama mahkum edildikleri ve bağışlanma dileğinde bulunurlarsa ölümden kurtulacakları halde, İngiltere’den af dilemeyerek milletlerine şeref vermek suretiyle ölüyorlar. Bu milli ülkü sayesinde, Filistin’deki yarım milyon yahudi (O zaman Filistin’de yarım milyon Yahudi vardı), yalnız Araplarla değil, koca İngiltere ile savaşı göze alıyor, Amerika’ya meydan okuyor. Milli ülküye yapışmak sayesinde Yahudiler o kadar kuvvetlenmişledir ki, bugün İngiltere imparatorluğu onlara karşı bir şey yapamıyor. Tabaasında bir tek kişinin hapse atılmasını savaş sebebi saban İngiltere, bugün, İngiliz askerlerinin öldürülmesine, İngiliz subaylarının kaçırılıp dayak atılarak horlanmasına, masum İngiliz çavuşlarının Yahudiler tarafından canice asılmasına ses çıkaramıyor.
Bütün bunların en önemli sebebi Arapların ve Yahudilerin olağanüstü kuvvetli olmasıdır. Bu kuvvet maddi değil, manevidir, Yani ülkü kuvvetidir.
Türk fatihleri, boyundurukları altına aldıkları halklara hiçbir zaman devletin parçaları olan üyeler gözüyle bakmamışlardır, bunun yerine onları, kendilerine karşı tek sorumlulukları, hiç ses çıkarmadan efendilerinin kendilerinden büyük bir memnuniyetle istediği, çok çeşitli ağır ve ezici vergileri ödemek olan kölelerden ve haraç verenlerden oluşan bir ek bölüm olarak kabul etmişlerdir.
Bu nedenle Türk genel olarak hiçbir sanayi ve ticaret işiyle uğraşmazdı. Atasözü şöyle der: ''Fransız bilimden, Ermeni ticaretten, Türk majestelikten anlar.
O halde Türk, uludur ve böyle olması ona yeter. Ama ne yazık ki çağdaş uygarlığımız zamanında majestelik ve ululuk para etmemekte, geçim kaynağı teşkil etmemektedir, işte bu da neden bu kadar çok sayıda zavallı Müslüman halkın, üzerinde yaşadıkları en bereketli ve en verimli topraklar üzerinde en kara sefalet altında sürünürcesine yaşadığını açıklayan olgudur.
Gazi ile arkadaşları, bir Kastamonu konağına misafir edilmişlerdir.Yemek orada yenilir. Bir aralık Gazi balkondan halk oyunlarını, alayları seyreder. Başı daima açıktır. Halk da başlarını açar. Sanki ondan dağılan; söz, işaret istemeyen bir iradeye sessizce teslim olmuşlar gibidirler. Belli ki bu insan, ne derse o olacaktır.
Ertesi sabah kışlayı,