Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Adresin değil, sadece ayak izlerin olsun bu dünyada.
Ihtiyarlık yalnızlık bir de ben bir de karasevda dördümüz konuşmadan yan yana yürüyoruz her birimiz tek başına yürüyor ama yan yanayız neler vermezdik işitmiyelim diye birbirimizin ayak sesini acıyoruz sövüyoruz birbirimize içimizden ama birbirimizi sevmiyoruz çünkü inanmıyoruz birbirimize neler vermezdik bir dörtyol ağzına varıp sapabilelim diye bir anda dört ayrı sokağa ama içimizden biri ölse kalanlar sevinir mi bilmiyorum ihtiyarlık yalnızlık bir de ben bir de karasevda dördümüz konuşmadan yan yana yürüyoruz geceleri tramvaylara biniyoruz nerelere gittiklerini bilmediğimiz tıramvaylara üçer vagonlu geniş temiz tıramvaylar bizi korkunç gıcırtılarla bir yerlere götüruyor geceleri yanmış duvarlar çıkıyor karşımıza ansızın ve sokak fenerlerinin ışığında yürüyor üstümüze yüksek ve inatçı yürüyor pencereler çıkıyor karşımıza ve geliyor bize doğru yığınla ve birbirini çiğneyerek camsız çerçevesiz ve odaların insanların değil boşlukların pencereleri kanatsız kapıların hiçbir yere açılmayan kapıların önünden geçiyoruz sarı pazubentleri üç noktalı adamlar tramvay bekliyor kaldırımlarda ucu lastik bastonlarına dayanmışlar
Sayfa 1774Kitabı okudu
Reklam
“Bak sana bir hipotez” “Gereksiz yere özür dileyen insanlar gereksiz yere teşekkür etmeye de meyyal olur.” “Bence fazla özür dileyen tipler hayatla baş etmeye çalışan kaygılı, endişeli tiplerdir sadece. Kimseye zarar vermezler, kendilerinden başka. Diğer insanlara ayak uydurmak için ellerinden geleni yaparlar, ama aradaki farkın kapanmayacağını da bilirler.”
Sayfa 258
SAİD NURSİ'NİN HRİSTİYANLAR HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ
"Şiddet-i şefkat ve rikkatten (acımaktan), bu kışın şiddetli soğuğuyla beraber mânevî ve şiddetli bir soğuk ve musibet-i beşeriyeden bîçârelere gelen felaketler, heläketler, sefaletler, açlıklar, şiddetle rikkatime dokundu. Birden ihtar edildi ki: Böyle musibetlerde kâfir de olsa hakkında bir nevi merhamet ve mükâfat vardır ki, o
Sayfa 416Kitabı okudu
Rejim, başıboş bırakmamıştır elbet, lakin eksik düşündüğün bir şey var burada. Kendi kendine sorasın oldu mu hiç; bizleri yaratan acaba başıboş mu bıraktı? Onun bizlere emirleri yok mu? Kulun koyduğu kanunlardan korktuğumuz kadar, Allah'dan korkmuyorsak, insanlık için utanç verici şey değil mi bu? Teşvik edeceğin yerde, vazgeç şu manevi duygularıma çelme takmaktan. Beni doruktan tabana çağır maktasın. Senin köhnemiş, kokuşmuş dünyan beni almaz artık. Diliyorsan sen benim dünyama ayak uydur. O sürdürdüğün gayesiz hayata 'dur!' de. Nurlu pırıltıların sağnak sağnak yağdığı gerçek bir dünyaya gel. İnançla inkar arasında çırpınıp durmaktasın. Sen de başkaları gibi, yaptığım şu davet teklifine kulak ver. Yeryüzü insana mescit kılındı hitabıyla seslenen Allah, imtihan için herkes gibi seni de mükellef kıldı.
Karasu
“Sen bayramdan bayrama yaşamakta ayak direyenlerdensin. Bayram aralarını, olsa olsa, hazırlanıp bekleyerek geçirirsin. Senin hesabınla, insanın ancak üç yüz yıl, dört yüz yıl yaşaması gerek ki herhangi birimizin yaşadığı kadar yaşamış olsun.”
Sayfa 16
Reklam
Orhan Veli "dile vurgundur", Türkçenin her iklimine vakıf. Çingene kızı gibi fal bakabilir, balıkçılar gibi sayabilir ne varsa denizin altında, denizin üstündeki rüzgârları da anar isterseniz tek tek. Kalem efendisi gibi de konuşur bıçkın delikanlılar gibi de. Türküleri yöre ağzıyla okur dahası ayak üstü Karagöz de oynatabilir. "Huu" diye dalar arkadaşlarının arasına Karagöz edasıyla. Şaşırtmayı sever insanları. Herkesin unuttuğu tarihleri o hatırlar. Bütün tanıdıklarının telefon numaraları hafızasındadır. Melih Cevdet Anday'a soracak olursanız, üç yüz baharat, altmış kadar balık adını söyleyebilir arka arkaya. Ankara'da gittiği lokantalardaki bütün garsonları adlarıyla tanır. Kundura boyacılarına isimleriyle hitap eder. Kalem tutuşu da kendisine hastır merhaba deyişi de. Tarancı'ya göre "Kâmil İnsan"dır, Sait Faik'e göre "Çelebi."
kronoloji/insanlık tarihindeki bazı önemli olaylar
MÖ Beş Milyon: Bilinen en eski insan benzeri maymun cinsi olan Australopithe- cus Afrika'da ortaya çıktı. MÖ İki Milyon: Homo habilis ve dişisi ellerini kullanarak yonttukları taşlarla aletler yapıyordu ve hâlâ Afrika'dan çıkmamışlardı. MÖ 1,5 Milyon: Meşaleyi homo erectus ve femina erecta devraldı. Gerçekten de ateşi keşfeden ilk
Sayfa 179 - selKitabı okuyor
Büyük kumandan Hz.Caferin şehadeti (Mute gazası)
Sancak-ı Şerif’i derhal Cafer bin Ebu Talib radıyallahü anh aldı. Hücumlar bu sefer onun üzerine yoğunlaştı. Hz. Cafer de yaralanmış olmasına rağmen aldırmadan çarpışırken, düşman askerlerinin ortasında tek başına kalıvermişti. Kurtuluş ümidi olmadığını görünce atından inip onun ayak sinirlerini kesti. Bu hareket, hem bineğinin düşman eline geçip Müslümanlar aleyhine kullanılmaması içindi hem de Hz. Cafer’in tek başına dahi olsa kaçmayı düşünmeyip sonuna kadar mücadele edeceği mesajını taşıyordu. Cafer radıyallahü teâlâ anh hazretleri son nefesine kadar çarpıştı. Önce sancağı tutan sağ eli kesilmiş, sonra sancağı aldığı sol eli de kesilmişti. En son, iki pazusuyla Sancak-ı Şerif’i sıkı sıkı göğsüne basmış olduğu hâlde şehit edildi. Hz. Cafer o esnada, otuz üç yahut kırk yaşlarındaydı.
"Bugün dahi tarih yazımında, Gedik Ahmed Paşa'nın Otranto hâkimiyeti; efsaneler, abartmalar, karalamalar, kasideler birbirine karışmış bir şekilde yer alıyor. Otranto, biz Türklerin tarih ders kitaplarının bir köşesinde unuttuğu ama Avrupalıların Avrupa bilincinin oluşumundaki önemli tuğlalardan biridir. Fatih'in amirali Kaptan-ı Derya Gedik Ahmed Paşa 1480 yılı Temmuz ayında kuşatmadan evvel âdet olduğu üzere fethedilecek yerin, yani Otranto'nun sancakbeyliği de uhdesine verilerek İtalya toprağına ayak bastı ve 15 gün içinde Puglia eyaletinin merkezi olan Otranto Kalesi teslim oldu. Bu, Osmanlı'nın en uç noktadaki fethidir ve Fatih Sultan Mehmed'in uygarlığın merkezi İtalya'ya olan düşkünlüğünden dolayı aslında acele yöneldiği ve stratejik bakımdan pek hazırlanmadığı bir fetihtir."
Reklam
"Vallahi Avrupa Efendimiz'den korkar mı bilmem; fakat Efendimiz eskiden Moskof çarından korkuyordu, sonra elçisinden korkmaya başladı, şimdi tercümanından korkuyor. Zaten neden korkmuyor ki? Sahilden korkuyor; kalem sesinden ayak sesine kadar her gürültüden korkuyor; gazeteden, reçeteden korkuyor; kendi karyolasından korkuyor; kendi hafiyesinden korkuyor; öperken çocuğundan, çocuk yaparken karısından korkuyor... Korkacak kimse bulamazsa aynada kendisinden korkuyor..
Sayfa 73 - oğlak
DENİZ AYAK ALTINDA   İstanbul'un üç bir yanı deniz. Bu kadar da değil, İstanbul'un denizi, İstanbul karasının koynuna kol kol sokulmuş. Yine de böyleyken, İstanbul'da denize girmek, öbür dünyada cennete girmekten daha zor. İstanbul'un bir başından bir başına deniz kıyılarını bir takım insanlar satın almışlar. Denizin satın alınması akıl alır iş değildir. Denizi satın alanlar, dua edelim ki havayı da satın almamışlar. Denizle hava arasında büyük bir fark yok; onu da satın alıp bizi havasızlıktan boğmadıklarına şükür. Kavaklar'dan Çekmece'ye, şile'den Pendik'e kadar şu güzel İstanbul kıyılarında bedava girilecek bir karışlık boş deniz kalmadığına bakarım da, denizin nasıl satın alındığına şaşarım.
Nesin yayınlarıKitabı okudu
Tasarrufu egonuz ile geliriniz arasına koyduğunuz mesafe olarak tanımladığınızda, yeterince iyi gelire sahip birçok in­sanın niçin bu kadar az tasarruf ettiğini anlarsınız. Gösteriş merakını en uç sınırlarına kadar taşımak ve aynı şeyi yap­makta olan başkalarına ayak uydurmak, içgüdülere karşı her gün mücadele vermektir. Kişisel fınansta kalıcı başarı gösteren insanların mutlaka yüksek gelirli olmaları gerekmez,genelde başkalarının onlar hakkında ne düşündüğünü umursamama eğilimindedirler
Karbonmonoksit; baş ve kas ağrılarının yanı sıra, depresyon, kronik yorgunluk hatta halüsinasyona neden olabilir. Bazen bu belirtiler; evlerinin lanetli olduğuna inanan, korku nöbetleri ve titreme atakları geçiren, ayak seslerini andıran garip sesler duyduğunu iddia eden hatta kimi zaman hayatını kaybeden insanların durumunu açıklamakta kullanılırdı. Hâlbuki eve dadanan çoğu zaman kötü ruhlar değil, karbonmonoksit yayan arızalı bir kazan ya da ısıtıcı olurdu. Arıza giderildi mi lanet de kaldırılmış olurdu. Viktorya dönemi, lanetlerin ve tuhaf dışavurumların altın çağıydı. Bazen insan, bu altın çağda aydınlatma ve mutfakta yaygın olarak kullanılan havagazının son derece etkili olduğunu merak ediyor. Evlerin ve binaların çoğuna iletilen havagazı, kaçınılmaz şekilde yüzde iki-üç oranında karbonmonoksit içerirdi. Havagazının yerini doğal gazın alması, ruhlar âleminin neden artık eskisi kadar hareketli olmadığını açıklamaya yarayabilir.
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.