Siddhartha – Hermann Hesse
Bir Hint hikayesi şeklinde yazılmış bir roman. Dili size biraz farklı gelebilir fakat özü bakımından benim nezdimde çok kaliteli bir kitap. Kahramanla beraber Hindistan’da kurulu inançları inceliyor, sorguluyor ve evrenin o özünü arıyorsunuz.
Bilgelik arayışında yürüyen bir gencin hikayesi Siddhartha. Siddhartha bu
Schopenhauer, hem felsefi hem de dini düşünce sistemini, insanın dünya hakkında hayrete ve şaşkınlığa düşmesinin harekete geçirdiği metafiziğe olan çok derin ihtiyacına hitap etme çabası olarak addediyordu. Hayrete düşmenin felsefeyi başlattığına yönelik Platon ve Aristoteles’in iddiasının tersine Schopenhauer’ın metafiziğin doğmasını şaşkınlıkla açıklaması daha içgüdüseldi. Bu durum, acı ve ölümün her yerde olduğunun bilinmesiyle pekişmiş ve bir zemine oturmuştu. Istırap ve ölümün sızdığı dünyada yaşamanın anlamını ifade ederek bu sıkıntılara teselli bulmaya çalışan felsefe ve din, varoluşun bu rahatsız edici özellikleri için dünyaya metafizik bir açıklama getirmeye çalışıyordu. Schopenhauer, felsefe ve dinin ortak bir kaynağı ve amacı olduğunu kabul etmekle birlikte radikal olarak farklı araçlar kullandıklarını fark etti. Din, metafiziği kitleler için üretiyor; sıradan insanın sahip olduğu düzeyde bir zekaya hitap ediyordu. Schopenhauer hakikatin bu halka çıplak görünmediğini, bu şuradan insanları teselli etmek için üstünün alegoriler, mitler ve gizemlerle örtüldüğünü düşünüyordu. Dinin temsil ettiği hakikat ne olursa olsun hakikatti. Bunun tersine filozoflar, yüksek idrak sahibi olanlara ve hakikatin ham olarak göründüğü kişilere hitap ediyorlardı. Sonuç olarak, filozoflar hakikati temsil ederek iddialarının her birini ortaya koymalıydılar.
Savaştan önce kendimi basitçe bir birey olarak düşünürdüm, bireysel varoluşumla içinde yaşadığım toplum arasındaki bağı hiç görmüyordum. Ecole Normale'den mezun olduğumda, bu konuda bütün bir kuram bile geliştirmiştim: ben "yalnız adam"dım, yani düşüncesinin bağımsızlığı yoluyla topluma karşı çıkan, ama topluma hiçbir borcu olmayan, ve
İstanbul'u bir roman kahramanı olarak görmek isterseniz genç bir mimar olarak ete kemiğe büründüğü Yarım Adam Romanının ilk bölümlerini burada okuyabilirsiniz:
1.Bölüm
Elli Beş Saniye
Tüm hayatı elli beş saniyede değişti. Elli beş saniye; yaşadıklarını anlayabilmesi için çok kısa, kaosla tanışmanın şiddetine dayanabilmesi içinse çok
Karl Jaspers'İN BENZEŞEN İNSAN ANLAYIŞI
Hasan ÇİÇEK
İnsan, tarih boyunca hem dış âlem, hem de kendisi üzerine düşünmüş ve araştırmalar yapmıştır. Hatta düşünce tarihinin belli dönemlerinde insan üzerine düşünme, dikkatleri insana çekme yoğunlaşır. Böylece
Okur musunuz bilmem lakin yazdım.
İncelemeye başlamadan önce, felsefi bilgileri bu denli basit ve eğlenceli bir üslup ile kaleme alan Nigel Warburton 'a şükranlarımı iletiyorum :)
* Metnin uzunluğu gözünüzü korkutmasın, madde madde elimden geldiği kadar özetlemeye çalıştım.
Kitabımız kronolojik bir sıraya göre dizilmiş, 40 bölümden oluşuyor.
Bilim, yapısı itibarıyla madde ile uğraşır. Fakat bu, bilimin materyalist bir içerik taşıdığı anlamına gelmez. Maddeyi “incelemek” ile ”maddeci” olmak tamamen farklı şeylerdir. Madde objektif olarak incelendiğinde varlık âlemi üzerindeki sanat görülerek her şeyin madde üstü bir tasarım tarafından gerçekleştirildiği sonucuna kolaylıkla ulaşılabilir.
Kutsal kitaplar ve peygamberler, tabiat olaylarını tasvir ederken bilimin izlediği sebep-sonuç, deney, gözlem ve ispat metotlarını kullanmaz. Bilimsel bilgi, insanların birikimsel (cumulative) çabalarının neticesinde ortaya çıkar; Tanrı’nın bilgisi her şeyi kapsadığı ve tüm gerçekliği içerdiği için kutsal kitaplar ve peygamberler doğrudan doğruya hakikati ortaya koyar.
Tabiatın fıziksel tasviri insanların çalışmalarına bağlanmıştır. Bu sebeple ayetlerde tabiat olaylarına ilişkin formüllere rastlamayız. Dolayısıyla peygamberlerin esas maksadı, tabiat olaylarının ardında yatan hikmetleri ve Tanrı’nın varlığının bilinmesini, varlığın özünün kavranmasını ve varoluşun amacının anlaşılmasını sağlamaktır.
Var oluş kanunları ile peygamberlerin tebliğ ettiği prensiplerin hepsi aynı “Elden” çıkmıştır dolayısıyla birine muhalefet ne kadar cahilce ise diğerine riayet etmemek de o derece anlamsızdır. Varlık âleminin kanunlarına aldırış etmeyip ehemmiyet vermeyen medeniyetler teknik açıdan geri kalmaktan kurtulamayacakları gıbı, peygamberlerin çağrısına kulak asmayanların da varlıktakı bırlıgı kavraması ve özü yakalaması mumkün degıldır
Teknik-Medeniyet-Yabancılaşma, üç zor mesele kısaca. Her biri hem iç içe olacak kadar birbirine rabıt, hem birbirinden koparılamayacak kadar muhkem, modern zamanların dünyası inşa olunurken merkezdeki üç mefhumu… Mefhumların ehemmiyetine ve Müslümanca düşünme melekesinin Müslümanda var olurken bu mefhumların nereye denk düştüğüne önceki
youtu.be/rNU5V_waegE Ahmet Culum 🌿
MELEKLERİ ÜRKÜTMEDEN SEV
Ey gönül! Şimdi sorarım sana, hangi aşk daha büyüktür?
Anlatılarak dile düşen mi. anlatılmayıp yürek deşen mi?
Şemş-i Tebrizi
‘Sessizlik sır saklamaz’ diyor Uriah Heep bir şarkısında. Kalamış’ta aşk yorgunu bir dostumla sohbet ediyoruz.
Cep telefonu vızırdayıp duruyor.
Shakespeare varoluşun karma yapısını idrak etmiş ve olağan ile kayıtsız olanı olağanüstü olanın yanına yerleştirmiştir. Dostoyevski ise her birini sonsuzluğa doğru yüceltmiştir.
Shakespeare dünyayı bedende tanımıştır, Dostoyevski ise ruhta. Onun dünyası belki de dünyanın en eksiksiz hayali, ruhun en derin ve uhrevi düşü, gerçeği bile aşan bir rüya da olsa, kendinden taşarak doğaüstü evrene ulaşan bir gerçekliktir. Tüm sınırları aşan bir üst gerçekçi olan Dostoyevski, hakikati tarif etmemiştir. O, hakikati kendisini dahi aşacak şekilde yüceltmiştir.
... İnsanın yakasını hayat boyu bırakmayan varoluş bunalımları üzerine düşünen ve bu minvalde yazılar kaleme alan yazarın basılı ilk kitabı Palyaçonun Listesi dir.
"... Doğru yoktur, gerçek görecelidir, hakikat ulaşılamayacak kadar yakındadır... ". Çok değerli bir kalem olduğunu düşündüğüm Emre Timur un ilk okumam gereken eseri olmalıydı