Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
“ Kafanız­ da yarattığınız dünyanın tek bir telini, elinde gümüş bir kupa tutan bir başöğretmenin ya da bir profesörün sözüne uymak için gözden çıkarmak ihanettir” (Kendine Ait Bir Oda) diyerek sanatçının kendine ait bir bakışı olmasına önem verirdi ve yazarları ne pahasına olursa olsun bundan vazgeçmemeye çağırırdı.
YÜZBAŞI İŞBARA ALP Gece, sıcak... Bunaltı.. Esmiyor kuzey yeli, Bir sessizlik kaplamış bozkırı, dağı, beli... Dirseğinin altına destek etmiş bir taşı, Sağ eli şakağında düşünüyor Yüzbaşı! Bir ara gözlerini çevirdi gök yüzüne, Gördüğü nesnelerden korku girdi özüne! Bulutlar yumak yumak uçuyor gibiydiler; Ya kovalıyor, yahut kaçıyor
Reklam
Ne teslimiyet ne de rıza, sadece "bana ne oluyor" ya da "bu benim başıma geliyor olamaz" dedirten gerçeğin sersemleticiliği.
Sayfa 11 - Can YayınlarıKitabı okuyor
“Acıların hafiflediğini sanıyoruz ya, ne büyük yanılgı... Acılar azalmıyor, onun aklına düştüğü zamanlar azalıyor. Hatırladığında ise acı aynı şiddetle kendini gösteriyor.”
Sayfa 361 - İz Bırakan KalemlerKitabı okudu
Ne garip, hep en sevdiklerimize en söylenecek şeyleri söylemiyoruz ya da söylüyoruz ama o zaman da onlar bizi duymuyor.
Demin düşünüyordum da, bizim ülkemizde geçmişler ne kadar kısa, ne kadar da kısa süreli. Bizler, tarihimizi hep on ya da on beş yıllarla düşünürüz.
Reklam
Yaşamın gerçekte intiharının düşündürdüğü kadar üzücü değildi. Acıdan öldüğün söylendi. Ama senin içindeki üzüntü seni anımsayanlarınki kadar büyük değildi. Sen sonunda boş­luktan başka bir şey bulamama tehlikesini göze alarak mutlu­luğu aradığın için öldün. Bulduğun şeyin ne olduğunu öğren­mek için bizim de ölmemiz gerekiyor. Ya da bizi bekleyen şey sessizlik, ıssızlıksa, bir daha hiçbir şey öğrenmemek için.
Bilimkurgu/fantezi, feminizm adına gelmiş geçmiş en iyi yazarlardan biri Ursula K. Le Guin Ya da biriymiş demeliyim çünkü yazarı çok iyi tanımıyorum.. “Şiir, bir ağacın yahut taşın yahut nehrin ne olduğunu söyleme çabasıdır, ya da insanca konuşmadır ve her anlamda “için”dir.” diyen bir yazarın, pek haz almamama rağmen bilimkurgu kitaplarını da merak etmedim değil. Gelelim “Günün geç vakitleri” ne, yazarın seksenli yaşlarında kaleme aldığı bu kitap çocukluğundan beri yazdığı, yıllarca biriktirmiş olduğu şiirlerin toplamı. Şiirler ise çoğunluğu doğaya ve insana dair, ilk okuyuşta değil sonrakilerde daha iyi kavrayabileceğimiz, ne demek istediğini anlayabileceğimiz şiirler.
Bakarsın, görünüşte dehşetli bir adamdır; bir de hakkında anlatılanları duyunca yanından kaçarsın. İlk zamanlarda bir içgüdüyle onlardan uzaklaşmaya çalışırdım. Sonraları en korkunç katiller konusunda bile düşüncelerim oldukça değişti. Katil olmadığı halde, altı cana kıymış bir caniden daha korkunç insanlar gördüm. Öyle cinayetler vardır ki, başta
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
İntihar sonrası geride bıraktıkların
Ona ne oldu? Ölümünden sonra toparlanabildi mi? Biriyle se­vişirken seni düşünüyor mu? Evlendi mi? Kendini öldürerek onu da mı öldürdün yoksa? Anını yaşatmak için oğluna senin adını mı verdi? Kızı olduysa, senden hiç söz etti mi ona? Senin doğum günlerinde ne yapıyor? Ya ölüm yıl dönümünde? Me­zarına çiçek koyuyor mu? Onun çektiği fotoğrafların nerede? Giysilerini sakladı mı? Hala kokun var mı üstlerinde? Parfü­münü sürüyor mu? Çizimlerini ne yaptı? Evin bir odasına mı çerçeveledi? Sana bir müze mi kurdu? Senden sonra kimlerle birlikte oldu? Seni tanıyorlar mıydı? Yoksa arkanda bıraktığın anıyla, başka biriyle birlikte olmasını olanaksız mı kıldın?
Reklam
Dürüst olmak gerekirse... gözlerine bakmak çok rahatsız ediciydi. Bilirsiniz, bazen bir şey ya da biri o kadar güzeldir ki ona bakmak içinizi acıtır. İşte o, bu adamdı. Ne kadar tuhaf olursa olsun gözlerine bakmak, beni üstümden atamadığım bir aşağılık hissiyle dolduruyordu.
''Gökyüzünü öpmek isterdim Ömür Hanım, gözlerimle değil dudaklarımla. Yoruldum bulutları kirpiklerimde taşımaktan. Delilik mi dedin? Kim bilir... Belki de bir yerde sürünmemenin bir tepkisidir bu, ya da ne bileyim bilinçsiz bir aykırı olmak duygusu. Gökyüzü de olmak isteyebilirdim değil mi? Kim ne diyebilir ki?''
Sayfa 85 - Kırmızı Kedi YayıneviKitabı okuyor
Bütün tarihçiler, devletlerin ve halkların dışsal eylemlerinin, aralarında anlaşmazlık çıktığı zaman bu anlaşmazlığın kendini savaş olarak gösterdiği ve savaştaki başarının küçük ya da büyük olmasının, devletlerin ve halkların siyasi gücünü arttırdığı ya da azalttığı konusunda hemfikirdirler. Başka bir imparatorla ya da kralla anlaşmazlığa düşen herhangi bir kral ya da imparatorun ordu toplaması, düşman ordusuyla savaşması, zafer kazanması, iki, üç, on bin kişi öldürmesi ve sonuçta bir devlete, birkaç milyonluk tüm halkına boyun eğdirmesi hakkındaki tarihi hikayeler ne kadar garip olursa olsun, halkın toplam gücünün yüzde biri kadar güçlü bir ordunun yenilgisinin, halkı boyun eğmek zorunda bırakması ne kadar anlaşılmaz olursa olsun, tarihin bütün gerçekleri (bildiğimiz kadarıyla) bir halkın ordusunun başka bir halkın ordusu karşısında küçük ya da büyük bir başarı kazanmasının, halkın gücünün artmasının ya da azalmasının nedeni, ya da en azından önemli bir belirtisi olduğunun doğruluğunu onaylar Ordu zafer kazanır ve savaşı kazanan halkın hakları, yenilen halkın zararlı olacak şekilde hemen artar. Ordu yenilgiye uğrar ve halk, yenilginin derecesi oranında haklarından mahrum kalır, ordusu mutlak bir yenilgiye uğramışsa tamamen boyun eğer. Eski zamanlardan günümüze kadar (tarihin bize gösterdiğine göre) böyle olagelmiştir Napolyon'un bütün savaşları bu kuralı doğrular.
Sayfa 619Kitabı okudu
“Romantik bir an değildi. Gözlerimizden kalpler fışkırırmıyor ya da midemizde kelebekler uçuşuyordu. Tutku dolu bir anda değildi. Gözlerin koyulaşması ya da kaşıklarda oluşan sızı da yoktu ortada. Arada, ne olduğunu bilmediğimiz,, ulu dayan bir elektrik vardı. Mıknatısın iki farklı kutunun birbirine yaklaştığında oluşturdukları çekim gibi,, karşı konulamaz bir şeydi bu. İki metal parçası,, ayrı ayrı hiçbir işe yaramazlardı ama birlikte tam olacaklardı, bunu biliyorlardı.”
Herkesin bir düşkünlüğü vardır: Kimi tazılara düşkündür, kimi müthiş bir müziksever olduğunu, müziği bütün derinliğiyle hissettiğini düşünür, bir üçüncüsü yaman bir yemek düşkünüdür, dördüncüsü kendisine verilmiş rolün bir üstünde bir rolü oynamanın sevdasındadır, beşinci biri daha alçakgönüllüce bir hevesin ardındadır: Yatıp kalkıp bir hassa yaveriyle anacaddede bir iki tur atmanın ve dostlara, tanıdıklara, hatta tanımadıklara caka satmanın hayalini kurar durur. Altıncısına öyle bir el bağışlanmıştır ki kâğıt destesinde kupa birlisinin ya da ikilisinin ucuna bir işaret atmak için olağanüstü bir tutkuyla kıvranır durur, yedinci biri ise bir yerleri düzene sokmaya, menzil amirine ya da arabacılara usulca sokulmaya çalışır. Sözün özü, herkes kendince bir şeylere yönelmiştir. Ama Manilov’da böyle bir şey yoktu. Evinde pek az konuşur, daha çok derin düşüncelere dalardı; ama ne düşünürdü, bunun burasını yine yalnızca Tanrı bilirdi.
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.