Kanserin genetik, çevresel koşullar ve yaşam tarzı gibi çoğu zaman birden çok sebebi olsa da, doktorlar akciğer kanserli hastalarının sigara içmesini, sindirim sisteminde kanser olan hastaların hazır gıdaları sıklıkla tüketmesini hastalığın başlıca sebepleri olarak gösteriyor. Oysa kanserli hasta sayısının artması, 1980'lerden itibaren neoliberalleşme (sosyal devlet anlayışının terk edilmesi ve toplumsal ve ekonomik eşitsizliğin artması), kitlesel göçler, hızlı ve plansız kentleşme ve sanayileşmeyle de yakından ilgili. Bu sırada halk sağlığının tıp
alanında önemini büyük ölçüde yitirmiş olması ve sağlığın bireysel bir mesuliyet olarak görülmesi de tıbbın bu olumsuz koşullan incelemesini engellemiştir.
...toplumun bize dayattığı bazı roller var. kadınların makyaj yapmalarını, küpe takmalarını, uzun saçlı olmalarını bekliyorlar. Toplumsal kadınlık bekliyorlar sizden. Erkeklere kendinizi beğendirmek için de bir ön koşul. Hemcinslerinizle rekabet içindesiniz bu açıdan. Biz lezbiyenler olarak o rekabette zaten yokuz. Topuklu ayakkabı örneğini alalım. Topuklu ayakkabı, hiç rahat bir şey değil, ben giyemiyorum, giymek zorunda olsam bana işkence gibi gelecek. Ben bunu niye giyeyim? Giymiyorum ve çekiliyorum. Toplumsal kadınlığımdan bir şey kaybetmiş oluyorum böylece. Bu şekilde listeyi kabartabilirsiniz. Sonuç olarak toplumsal kadınlık sembollerini üzerimden atmış durumdayım. Bu beni erkekliğe yaklaştırıyorsa bazılarının gözünde, ben erkekliğe yakınım. Ama ben hiç öyle hissetmedim.
Bunun arkasında durmak zorundasın. Buna sahip çıkmak zorundasın. Bir buçuk sene önceki depresyon ve intihar teşebbüsüm benim dibe vuruşumdu. Orada ya ölecektim ya dışarı çıkacaktım. Şimdi yukarı doğru çıkıyorum. O yüzden güçlüyüm. Artık düşmeme imkan yok. Yaşadıklarımın arkasındayım bugün. Ailem benim bir gün değişeceğimi, 'düzeleceğimi' düşünüyor, bunu düşünmek istiyor. Ama bu benim hayatım. Değişmeyeceğim.
Amerikalı kadın şair Sylvia Plath mükemmel kadını "ölü kadın" olarak görür. Kadınların "kadın" olabilmek için ölmeleri ve ardından kendilerini kültür tarafından tariflenmiş bir kadınlık imajı içinde baştan yaratmaları gerektiğini söyler. Ben de katılıyorum ona, kadınlık doğulan bir durumdan çok öğrenilen bir durum; konuşmayı öğrenmek gibi bakarak, dinleyerek ve taklit ederek ... Ama bu öğrenme diğer öğrenmelerde olduğu gibi size bir şey katmaz, aksine eksilmenizi bekler, ta ki yaşayan, soluyan, hisleri olan bir varlıktan kuru, donuk bir imaja dönüşünceye kadar.
Öncelikle lezbiyen kadın, cinselliğiyle ilgili konuyu
etrafından gizlemeyen bir kadın, cinselliğini açıklamış bir kadın. Toplum kadınları anaysa, bacıysa, cinselliklerinden arınmışsa kabul ediyor, ya da tek tek erkeklere ait kadınların cinselliği olabilir. Böyle bir toplumda sen lezbiyen olduğunu söylediğinde saldırıya açık bir kadın oluyorsun. Bir erkek tarafından anne, bacı, karı, vs. korunan bir kadın değilsin, yalnız bir kadınsın. Üstelik cinselliğini de gizlemiyorsun, "Benim cinselliğim var" demiş oluyorsun.
Genel olarak ismini şimdi, büyüdükten sonra koyabiliyorum ama, toplumdaki çelişkileri ağır yaşayan bir çocukluk geçirdim ve de yaşamın pek çok haksızlıkla dolu olduğunu görüp buna hiddetlenerek falan büyüdüm. Ama bunu değiştirmek istemenin adının "politika yapmak" olduğunu büyüdükten sonra öğrendim.
Asırlar boyu tartışılan eşcinsellik herkesin duymamak için imtina edip kaçındığı gerçekler tüm çıplaklığıyla bu kitapta fotoğraflanmış.Herkesçe mutlak doğrular kimilerimiz için maalesef muğlak.Bu kitabı okuduktan sonra empati duygularınız fazlaca harekete geçecek.Yaşadığımız bu dünyada bizim yaşam standartlarımiza uymayan insanları ötekilestirmek yerine onları anlamak ve onlara karşı hoyratça davranmamak için bu kitabı okumanızı tavsiye ederim.