"... Bir yurt parçası, değerine paha biçilmez, yerini bir şeylerin tutamayacağı. Ve işte kentlerdeyiz şimdi. Çirkin, açgözlü, yitik. Ve pencereler seyrektir bizler için, tuhaf ve seyrek. Ama pencereler, akşamleyin karanlıkta, uyku sıcağı kadınlarla eşi bulunmaz tanrısal bir yurt parçasıdır bizlere, ama ah işte öylesine seyrek. Ve yoldayız şimdi o kurulmamış kente doğru; bir kent ki, içindeki tüm pencereler bizimdir ve tüm kadınlar ve her şey ve her şey ve her şey: yoldayız kente doğru, yeni kente ve yüreklemiz çığrışır geceleri lokomotifler gibi hırstan ve sıla özleminden lokomotifler gibi. Ve tüm lokomotifler yeni kente doğru yol alıyor. Ve yeni kent öyle bir kent ki, burada bilge kişiler, öğretmenler ve bakanlar yalan söylemez, ozanlar yüreklerinin mantığının
sesinden başka bir sese kulak vermezler, bu kentte anneler ölmez ve kızlar frengi hastalığına yakalanmaz, bu kentte protez
atölyeleri ve tekerlekli sandalyeler yoktur, bu kentte yağmura yağmur denir, güneşe güneş, bu kentte geceleri saz benizli çocukları farelerin ısıracağı bodrumlar yoktur ve anneler artık sofraya çıkaracak ekmek bulamadığı için babaların gidip kendilerini asacakları tavan aralan yoktur; bu öyle bir kenttir ki, bu kentte delikanlılar kör ve tek kollu değildir ve generaller yoktur bu kentte; bu öyle yeni ve görkemli bir kenttir ki, bu kentte herkes birbirini
işitebilir ve görebilir herkes birbirini: mon coeur, the night, yourheart, the day, gün, gece, yürek."